Belki bir gün ağustosu yeniden sevebilirim…
Belkiler ülkesinden gidebilirim…
Bir anneyi dinledim, bir evsizi izledim…hayalleri öfkeye, öfkesi düşe karışmış. Heceye bölüyor her kelimeyi, belli ki anlaşılmak istiyor. Sonra biraz susuyor. “Yazdın mı”diye soruyor…yazmakla olsaydı keşke!
İçimi önce hüzün sonra arsız bir şükür kaplıyor. Her haliyle insanlık bu. Örnekler çoğalıyor. Ya Afrika, peki Hindistan?…yani insan sahte teselli peşinde…ne güzel!
Oysa oturup gerçekleri saymak gerek. Kıtalar birleşecek olsa bile… renkli çatı altında güzel şiirler yazmak kolay, çölde göreyim seni…
Neşeli vakitlerimi kederli satırlarda unutmak gibi bir huyum var. Sonra soruları yanıtsız bırakan da benim. Merakı ve meraklıyı sevmediğim çok doğru. Düşe kalka gerçeği bulmayı, kendi kendime öğrenmeyi isterim. Köyü yakacak çocuk ben değilim ama elinde ateş gezdireni anlayabilirim.
Bir babayı dinledim bugün. Sesı kısık, yüzü asık. Hikayesi herkesinkine benzer. Kaşlarını çatmış bir gerçek. Bu defa kıtalar arasında savaş var. Zeytinler kökünden koparılmış…
Savaşı ve barışı taşıyoruz hepimiz. En büyük dert en mutlu an bir tek bizde var sanırız. En küçük iyilik en büyük kötülükten güçlüdür. İşte bunu bilmiyoruz. Beni kandırdınız sayın, dünyalar sizin olsun. İçindeki yalan da gerçek de deftere konu olmuş çoktan…güllerin ülkesinden gelmedik, cennetten kovulan iki şaşkın yüzünden buralardayız…