Fair play, oyuncu sakatladığı zaman oyunun durması için iyi bir sebep ortaya koymamızdır. Eğer bir sporcu, galip iken topu taca atıyor, mağlup olduğu zaman atmıyor. Bu çelişkisini de “Ama mağlupken kimse topu dışarı atmıyor” mantığıyla savunmaya çalışıyorsa, bu sporcuda toplumsal ahlak bulunduğunu söyleye biliriz. Onun oyunu adil oynama, rakibe saygılı veya centilmen olma konusunda bireysel bir kararı yoktur. Eğer bir başka sporcu, diğer sporcuların ne yaptığına bakmadan benzer pozisyonda topu dışarı atıyorsa, centilmenlik ilkesini benimsemiş, karakterli oyun anlayışı en mükemmel şeklini bulmuş demektir.
Fair play’i ne anlama geldiğini düşünmeden yapılan ‘topu dışarı atma’ eylemi, bir nasihat yığını değildir. Bu anlamda Fair play, hiç şüphesiz yalnız bir şekilde “centilmenlik” gibi anahtar bir kelime ile açıklanıp, nasihatle bitirilebilecek bir kavram değildir. Fair play adına kazanımların nasıl elde edildiği, kaynağını elde etme yöntemi, oyunun bütününde kurulan ilişki etik ve ahlaki değerlerin projeksiyonuyla yakından ilintilidir.
Fair play oyunda onaylanmaya ihtiyaç duyulmadan bir belirsizliği gidermedir. Oysaki futbolcuya ‘topu dışarı at’ demek çok zayıf bir mesajdır. Çünkü baskı altında olduğunu gören ve taraftarın tepkisine göre oyunu yönlendiren biri için ‘topu dışarı at” nedenselliği olmayan bir önermedir. Aynı durum maçın içerisinde tekrar tekrar ortaya çıktığından futbolcunun duygusal ve zihinsel donanımı centilmen olmasının yönü ve yoğunluğunu belirleyebilmektedir. Bu süreçte futbolcularda hangi duygular ağır basıyorsa centilmenlik yaşayışı da o duygular çerçevesinde oluşmaktadır. Yani futbolcunun duygusal yapısı onun centilmenlik biçimini etkileyen temel faktörler arasındadır.
Bu aynı zamanda centilmen olmakla, centilmenlik yapmak arasındaki ince ayrımdır. Birinde koşulların aleyhte olduğu durumlarda yer, zaman ve şartlara bakılmaksızın inandığı şekilde davranmak söz konusu iken, diğerinde yere, zaman ve şartlara göre şekil almak söz konusudur. Bu durumda futbolcu zihniyetine öncelik vermektedir. Bu öncelik, futbolcuların kötü niyetlerinden duygusuzluk ve düşüncesizlikten değil; baskı altında sergiledikleri performans değerlerinden ileri gelmektedir. Dolayısıyla, yerde yatan bir futbolcu ile ilgili hiçbir değer yargısı kurmamakta, taraftar baskısı bireysel bilincin önüne geçtiği için irade kullanamamakta, Fair play ilkesine ters düşmek zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla Fair play dediğimiz şey oyuncu sakatlandığı zaman topun dışarı atılmasından oluşan bir şartlı refleks eylemini değil, saha içi ilişkilerde denge ve normalin bozulması durumunda içerisinde değer barındıran, belirli bir anlayış ve duygudaşlık çerçevesinde şekillenen niteliksel bir davranış bütünlüğünü ifade eder.
Bu algı ve beklentilerin bir sonucu olarak Fair play hiçbir takım, sporcu, hakem veya antrenöre ait değildir: Hepsinin üstünde korunması gereken bir değerler bütünüdür. Fair play onu koruyacak, uygulayacak ve sahip çıkacak kişiler olduğu sürece bir değerdir ve vardır. Ama kime centilmen denir? Belki de en zor soru budur. Oyun kurallarına saygı gösteren mi? Rakibine saygı gösteren mi? Taraftarına saygı gösteren mi? Kendisine saygı duyan mı? Saygının ölçüsü ve standarttı nedir? Bu nedenle oyuncu sakatlandığı zaman topun dışarı atılmasının yanına oyunun bütününde (özgür iradesiyle) ilkeli, dürüst, adil, vicdanlı, merhametli olmak koşulu gerekiyor. Bu şekilde Fair play sembolik bir gereklilikten erdemli bir davranış bütünü olarak oyunun merkezine oturur.