Hayatımıza giren Covid bir süre için bizi duvarlar arasına hapsettiği gibi aslında düşünen varlık olduğumuzu bir kez daha hatırlattı. Mesela, kötü zamanlar için B planının önemi anlaşıldı. Aşı ve aşı karşıtlarının çarpışmasından ise müthiş teoriler atıldı ortaya. Bir kısmı inanılmayacak kadar uçuk kaçık fikirler olsa da.
Aslında bu teorilerin ana merkezi Hollywood yapımı filmlerdir ama hepsine yalan diyemeyiz. Bir deyim var, ateş olmayan yerden duman çıkmaz. Aşılarla ilgili ne yazık ki iyi duyumlar almıyoruz. Bu da teorilerin bir kısmının doğruluğunu gösteriyor.
Her şeyden haberdar olmak adına arada ben de açıp okuyorum teoricilerin paylaşımlarını. Depremden hastalığa, her şey bir planın parçasıdır diyenler hayli çok. Bense biraz farklı bakış açısı ile yazımı devam ettirmek istiyorum.
Üç sene önceye kadar şehirlerin kutsallaştırıldığı bir dünya vardı. Bir salgınla kentler popülerliğini kaybetmeye başladı. Aslında insan toprağa basmalı, topraktan kopmamalıymış. Ama biz ne yaptık, renkli ışıklara, o dünyaya kanıp kendimizi resmen ateşe attık. Elbette insan en güzel yaşamı seçiyor ama sizce şehirler o hayatı herkese sunuyor mu?
Artık köyler cazibe merkezine dönüşüyor. Ama bu defa show olmasın. Olmamalı. Çünkü insan şımarıklılığının sınırının olmadığını düşünürsek evham yapmakta haklıyız.
Şehirlerde yüksek kira ücretleri bir nevi bize, "Orda bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür." dedirtti. Geçim ve zorlaşan hayat şartları köye, aslında bizlere bir şans daha veriyor. Betonun değil ama toprağın yenilir bir şey olduğunu artık anladık. Bir parça toprağı, tarlası olan ona sahip çıkmalı. Her ev küçük bir devlettir, o devleti yeniden ayağa kaldırmak lazım.
Yanlış politikalar, küresel çember ve gittikçe kalabalıklaşan dünya ve çözülmesi gereken onlarca sorun... En azından birini başarmalıyız. Haydi toprağa bir fidan dik, bir tohum saç.