Uzun süre sonra ilk defa sporla ilgili bir köşe yazısı yazma kararı aldım. Çünkü belki de bir çok taraftarın fark ettiği ancak sürekli toplantılar yapan bir çok kişinin asla fark etmediği konuları kendi penceremden dile getirmek istedim. 
Tüm televizyonlarda Türk futbolunun gün geçtikçe kötüye gittiği ifade ediliyor. Türk takımlar borç bataklarında ifadeleri kullanılıyor, dövizin tavan yaptığı dönemde milyon eurolar adeta sokağa saçılıyor. Peki bunlar ne anlama geliyor. Bundan yaklaşık 20 yıl önce belki de hayal edemeyeceğimiz futbolcular ile selfie yani Türkçe çevrimi ile öz çekim yapar olduk. Oyunculara ödenen paralar transfer edilen oyuncuların değerleri yükseldi ancak Türk futbolu ilerleme kaydedemedi. Halen Türk futbolundaki taraftar profili 4 takım üzerinde yoğunlaşıyor. Şifreli yayın ihaleleri nedeniyle bir anda artan bütçeler hayalini kuramayacağımız oyuncuların ülkeye gelmesini sağladı ancak başarı anlamında bakıldığında değişen çok da bir şey olmadı sadece kulüpler adeta iflasın eşiğine kadar geldi. 
Peki bu sorunlar hep konuşuluyor ancak nedenleri ile ilgili çok da fazla ifadeler kullanılmıyor herkes sorunları anlatıyor nedenler ve çözümleri pek gündeme gelmiyor. Her zaman Porto, Benfica, Ajax gibi genç oyuncuları dünyaya sunan takımlar örnek gösterilse de gidilen yol Çin futbolu mantalitesinden öte olmuyor. Son yıllarda Çin'liler akıl almaz rakamlar ile piyasaya girmeden önce Avrupa'nın Çin'i Türkiye idi. Bereket Çinliler devasa bütçeleri futbola harcayınca Avrupa'nın döküntülerini toplayan enayi takımlar imajından kısmen kurtulduk. 
Şimdi gelelim neden Türk futbolu oyuncu yetişen oyuncu kalitesi bakımından bir adım öteye gidemiyor. Ben burada kendi görüşümü sizlerle paylaşmak istiyorum. Frank Rijkaard'ın bir sözüyle başlamak istiyorum. "Türk futbolunda her şeyden biraz var, ama hiç bir şeyden tam olarak yok". Bu söze Slaven Biliç'in "Türkiye'de yetkili insanların bilgisi yok bilgili insanların yetkisi yok " sözünü de eklediğimizde az çok bir şeyler ortaya çıkıyor. 
"Yabancı kontenjanı serbest mi kalsın sınırlansın mı" tartışması her zaman yapılıyor. Peki serbest olması ya da sınırlı olmasının ülkede futbolcu yetişmesi ile pek bir alakası var mı sizce. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok, Hollanda'da yabancı oyuncu kısıtlaması yok ancak baktığınız zaman dünyanın büyük yıldızları Avrupa'da en çok Hollanda'da yetişmiş. Demek ki yıldızlar yetiştirmek için  yabancı sınırlamasına ihtiyaç yok. Almanya'da da kontenjan oldukça rahat Avrupa Birliği oyuncuları serbest AB dışından ise kadroya 7 yabancı oyuncu alabiliyorsunuz. Ama Almanya değil mi 2014 Dünya Kupası'nı kazanan her turnuvada en az yarı final oynayan. Buradan yola çıkarsak aslında olayın bakış açısı ile olduğunu çok net bir şekilde anlamak mümkün. 
Futbol takımlarında "scout" yani futbol terimi olarak dönüştürüldüğünde gözlemci ekipleri oluşturuluyor oyuncu izlemelere gidiyorlar ancak sonuçta transfer edilenler herkesin bildiği oyuncular oluyor. Özellikle büyükler durmadan oyuncu alıyor gönderiyor. Ancak arada eğrisi doğrusuna denk  geliyor bir menajer tarafından önerilen genç bir yetenek transfer ediliyor o da kısa sürede öğütülüp gidiyor.  Size birkaç örnek vermek istiyorum, Genç yaşta yolu bir şekilde Türkiye'ye düşen yetenekli bazı futbolcular vardı. Buna en güzel örneklerden biri dönemin Bank Asya Lig'inde oynayan Kayseri Erciyesspor ve  Ankaraspor'un oyuncusu 21 yaşındaki Soffiene Hanni, belki adını hiç duymadınız zaten çok da forma giyemedi, Kayseri Erciyesspor'da zaman zaman oynayıp Ankaraspor'a gitti oradan da bedelsiz olarak gönderildi. Şimdi o genç futbolcu 26 yaşında ve Anderlecht'in kaptanı. Kulübü kendisi için 20 milyon euro, "Yaklaşık 80 trilyon" bonservis bedeli istiyor. Yine yolu Türkiye'ye düşen İvelin Popov, Kamil Groisky ve Marven Zeegelaar 'da Türkiye'den gidip yıldızlaşan oyunculardan. Bunlara daha nice örnekler ekleyebiliriz. Bakış açısı ve mantaliteyi artık değiştirmeliyiz. Barcelona, dünyada istediği her oyuncuyu alabilecekken halen ilk 11'inde omurgayı alt yapı oyuncularından oluşturuyor. Galatasaray UEFA Kupası'nı aldığında takım ağırlıklı kendi bünyesinde yetiştirdiği oyunculardı. Beşiktaş tarihinin en parlak dönemlerinde kendi ruhunu taşıyan Metin- Ali-Feyyaz, Sergeni, Şifo Mehmet, Rıza Çalımbay gibi oyuncuları ile başarıyı yakaladı. Fenerbahçe ruhunu taşıyan oyuncuları ile her zamana başarıyı yakaladı. Şuan bizim yaptığımızı gibi taşıma suyla değirmen döndürmeye çalışan takımlar asla başarıyı yakalayamazlar. Kendi ülkelerinde belki şampiyon olurlar zira ülkedeki bakış açısı aynı olunca sorun olmuyor tüm takımlar yanlış yönetiliyor. Ancak Bursaspor'un şampiyon olduğu yıldaki gibi alt yapından oyuncu yetiştirip araya transferler ile harman yapan takımlar doğru politika izleyen Başakşehir gibi takımlar bazen yönetim farkının ortaya çıkmasına neden olabiliyor. 
Transferler yapılıyor milyonlar harcanıyor ama gel gelelim Yeşil Burun adaları bile bazen bizi dünya sıralamasında geçebiliyor, 80 milyonluk ülkeden çıkamayan yılzdızlar, 1,5 milyon Türk'ün yaşadığı Almanya'dan çıkıyor. Milli takım oyucularının yüzde 70'inde Alman pasaportu oluyor.  İşte bu yönetim sistemi Don Kişot'un yel değirmenleri ile savaşını andırıyor. 
Yazımın birinci bölümünü burada noktalamak istiyorum. Devamı gelecek.