Herkese merhaba. Bu haftaki yazıma ruh sağlığı alanında önemli bir yere sahip olan ve bu yıl içinde acı kaybını yaşadığımız Engin Gençtan hocamın kitabından bir alıntıyla başlamak istiyorum.
“Oysa bazı insanlar sahip oldukları şeylerle ya da diğer insanlarla birlikte yaşacakları yerde onları seyrederler” Geçenlerde okuduğum bu cümleden sonra çok düşündüm. Nasıl güzel özetliyordu tüm yaşamımızı. Beklemeyi ve ertelemeyi yani “seyretmeyi” ne çok tercih ediyorduk. Sahi ilk ne zaman başlıyordu bu hal? Hadi gelin örneklerle bir bakalım detaylara.
Çocukluğa bir dönelim önce. Ödevler olur yatmadan önceye erteleriz. Çünkü o yaşa kadar hiç sorumluluk almamışızdır. Tüm dünya etrafında dönen biz bütün güzel nimetleri tatmadan sorumluluğa yanaşmayız. Sanki ödevleri bitirince tüm hoşumuza giden şeyler anlamını yitirecek.
Yetişkin olduğumuz dönemde ise beklediğimiz ya da ertelediğimiz konular daha kabarık bir listeye dönüşür. Mesela çevremizdeki kişilere olan sevgimizi erteleriz. Yine işimizle ilgili olabilecek yeni gelişmeleri ifade etmeyi erteleriz. Arkadaş ilişkilerinde iletişimi başlatan kişi olmayı erteleriz. Hobilerimizi erteleriz. Yani en verimli yılları beklemeyle geçiren harekete geçemeyen kişiler olarak heba ederiz.
Örneğin evlerdeki en gösterişli oda olan salona kaç kez girmişizdir? Annelerimizin “temiz bir odam olsun, aniden bir misafir gelse açacağım hazırda bir oda olsun” bakış açısıyla yılda bir iki kez kullanıyoruz sadece. Oysa yılda bir iki kez gelen misafirden çok daha kıymetli aile bireyleri bu odanın kenarından bile geçemiyor. Hatta hayatımızdaki tek değerli gerçek onlarken.
Babalar.. Evlatları büyürken “ben görmedim onlar görsün, ben yemedim onlar yesin, ben giymedim onlar giysin” düşüncesiyle ihtiyaçlarını ertelerler. Oysa evlatlar yetişirken hep tek başına kalacakları günü hayal eder ve gün geldiği zaman arkalarına çok da bakmadan çekip giderler. Yıllar sonra tek başına kalan ebeveynler en verimli yıllarında bekledikleri erteledikleri ne varsa iç çektikleri özlemlere dönüşmesinin verdiği hüzünle baş başa kalır.
Bir de eğitim hayatımızla iş hayatımıza dem vurmadan geçemeyeceğim. Her öğrenci ertelediği hedefler yüzünden kendisine kahırlanır. Yalnız insan evladı öyle alıştırmıştır ki kendisini ertelemeye iş yaşamında da önüne gelebilecek her türlü fırsatı beklemeyi tercih ettiği için değerlendirmez.
Velhasıl ömrümüz beklemek ve beklemenin doğal sonucu olan ertelemekle geçiyor. Ne geçmiş ne gelecek, insan “an” da kalarak kendisini gerçekleştirecek.