Çok yakın iki arkadaştı Ceyda ile Semra. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez her zaman birbirlerini kollarlardı. Yılların paylaşımı onları öylesine birleştirmişti ki aralarında kardeşlik bağı gelişmiş ahretlik olmuşlardı. Günlerden bir gün hal hatır sormak için arkadaşına telefon açan Semra, Ceyda’nın hıçkırıkları karşısında soluğu hemen onun evinde alır. Duydukları karşısında dehşete düşmüş ne yapacağını bilemez halde kalakalmıştır. Çünkü en yakın arkadaşına doktor sayılı gün ömür biçmiştir. Gözünün önünde en sevdiği insan eriyip bitmekte kendisi ise bir şey yapamamanın azabını yaşamaktadır. Ve maalesef üç ay sonra hayatının en zor günü olan Ceyda’nın ölümünü yaşadı Semra. Dünya durdu sanki. Kulağında dinmek bilmeyen bir çınlama vardı, içinde ise dev bir boşluk. Anlamını yitirmişti her şey. Nasıl ayakta kalacaktı nasıl devam edecekti bu yangın yeri kalbiyle. Burnunda tütmek ne demek daha iyi biliyordu artık, inanmak istemiyordu, neden soruları arasında bocalayıp duruyordu. Bir de keşkeler vardı tabi. Ah ne vardı daha çok zaman geçirseydi, bazen karşı çıkmasaydı dediklerine, hiç kırmış mıydı onu, değer miydi?
Her başlangıcın noktasını koyduğu bir son var. İnsan evladı için doğumla başlayan süreç, bazen çeşitli evreler geçirilerek (gençlik yetişkinlik yaşlılık gibi) bazen de beklenmeyen bir gelişme ile ölüm dediğimiz kavramla son bulur.
Tabi yukarıdaki tanımlama kadar kolay değildir ölümle tanışmak. Hatta bazen çok sarsıcıdır. Pamuk ipliğine bağlı hisseder insan. Öyle kırılgan, öyle çaresiz, öylesine güçsüzdür. Ceyda ve Semra’nın hikayesi gibi.
Ölüm, doğum kadar normal bir yaşam olayıdır aslında. Bu konuyu sarsıcı görmemizdeki ana unsur, kişilere yüklediğimiz anlamlarda gizlidir. Özellikle sahiplenme, bağlanma, hayatımıza dahil olan kişilere karşı beslediğimiz duygular bunların en önemlileridir. Örneğin gözlerimizi açığımız andan itibaren yanımızda olan anne babamız, hayat yolculuğunda iyi günde kötü günde bize eşlik eden eşimiz, canımızdan bir parça olan çocuğumuz, derdimizi kederimizi sevincimizi paylaşan arkadaşımız. Her birine zaman içerisinde atfettiğimiz anlamlar ölümle birlikte derin bir boşluğa dönüşmektedir. İşte bu durum insanın dağılmasına neden olmaktadır. Kişi önce inkar eder. Sonra “neden benim başıma geldi – neden benim yakınım – daha çok gençti” gibi cümlelerle sorgulamaya başlar, isyan eder. En sonunda da içe kapanma ve kabul etme dediğimiz süreç kendini gösterir. Eğer kişi bu aşamaları yas dönemi içerisinde atlatabilirse yaşama yeniden sarılabilir. Kaldığı yerden yolculuğuna devam edebilir. Yalnız bu süreçler uzun vadeli yaşanmaya devam ederse depresyon kendini baş gösterecektir. Bu aşamada profesyonel yardım kaçınılmazdır.
Ölümle yüzleşmek insanın var olan hayatını daha kaliteli yaşamasına da yol açabilir. Hiç kuşkusuz nasıl böyle düşünürsünüz diye içinden geçirenler olacak. Yalnız konuyu iyi okumak da fayda var. Ölüm aslında birçoğumuza gereksiz detaylarda boğulmamayı, güzel duyguları ertelememeyi, kıymet bilmeyi, tüketmemeyi, daha sağlam kalmayı, baş etme becerisini ve elde kalanlara doğru yatırım yapmayı öğretir.
Yüzü soğuk olan ölümün bize ne denli uzak ya da yakın olduğunu bilmediğimiz şu fani dünyada bize düşen var olduğumuz anları güzel ve anlamlı kılmak. Her gününüzün bir öncekini aratmaması dileğiyle, esen kalın..