Kayyum, sözlükte ayakta duran anlamına gelmektedir. Hukukta ise bir görevi ifa edecek kimsenin hasta olması; tatilde olması veya görevini ifa etmeye mani bir durumunun olması halinde, o göreve vekalet edecek kişi anlamındadır. Buradan da anlaşılacağı gibi bir göreve, bir makama kayyum atamak istisnai bir durumdur. Bu istisnai durumun sebebi ise görevin aksamadan ifa edilmesini sağlamaktır.

Bir makama, asaleten seçilen veya asaleten atanan birinden, görevin gereklerine ve içinde bulunduğu durumun şartlarını uygun, doğru kararlar alması beklenir. Eğer bu yönde hareket etmezse, görevinden alınmasını sağlayacak yollar da mevcuttur. Kayyum atamak veya vekâleten bir kişiyi görevlendirmenin amacı ise o kişiyi, kendisini kayyum tayin edenlere göbekten bağlı kılmak ve bağımsız hareket etmesini önlemektir. Başka da hiçbir nedeni yoktur. Böyle bir kişinin, içinde bulunduğu kurumu doğru bir şekilde yönetme kapasitesi olduğunu düşünmek imkansızdır. Eğer bu işleri yakından takip ederseniz birçok kurum ve kuruluşun kayyumlarla veya vekil yöneticilerle idare edildiğini, daha doğrusu idare edilemediğini, göreceksiniz(TÜİK, Belediyeler, Üniversiteler, Müsteşarlıklar).

Bir kurumun, üyeleri tarafından kabul görmemiş ve seçilmemiş bir kişinin, kendisine emredilenlerden başka ne yapması beklenir ki?

Geçenlerde kayyum garabetinin zirve noktasına şahit olduk. Boğaziçi Üniversitesi'ne yani, Türkiye'de belli bir akademik seviyenin üzerinde öğrenci yetiştiren bir kuruma, ki bu kurumun siyasetle de bir alakası yoktur, ikinci kez talimatla yönetici atandı. Yöneticinin özgeçmişine bakıldığında, buraya atanmasının yegane sebebinin akademik başarıları değil, parti kariyeri olduğu muhakkak.

Doğuda, PKK ile iltisaklı olan siyasi partinin yönettiği belediyelere kayyum atanmasını her ne kadar meşrulaştırsak da, bu ülkede doğru dürüst iş yapan bir üniversitenin başına kayyum atanmasında ne gibi bir idari ve hukuki temelin olduğunu anlamak mümkün değil.

Bu ülkenin seçmenlerine verdiği söz ile ülkede yoksulluğu, yasakları ve yolsuzluğu ortadan kaldırmayı vaat eden bir siyasi partinin, 12 Eylül askeri darbesinin ürünü olan kurumlardan ve kanunlardan olabildiğince yararlanarak, ülkeyi entellektüel ve ekonomik çölleşmeye maruz bırakmasının artık vatandaşlar tarafından çekilebilir bir yanı kalmamıştır. Türkiye'nin ve Türkiye'de yaşayan seçmenlerin, bu gelişmelerin farkında olarak yeni tercihlere yelken açmalarının zamanı, çoktan geldi de geçiyor