Kavurucu yaz aylarında “susuzluktan kıvranan” bir köy halkı, nefesi kuvvetli, "bir dua etti mi gökten rahmet boşalıyor" diye namı yürüyen kasabadaki hocadan yardım istemiş…
Köye getirilen hoca efendi, o gece bir güzel ağırlanmış, yedirilmiş, içirilmiş…
Sabah namazından sonra da hep birlikte “yağmur duasına” çıkılmış…
“Nefesi kuvvetli” olan hoca efendi duaya başlamış…
Duanın başlaması ile birlikte ellerini açan köylüler, hep bir ağızdan “amin, amin” diyerek hoca efendiye eşlik etmişler…
Dua bitmiş, köye dönüyorlar…
Herkes yağmur beklerken, hava açıldıkça açılmış, gökteki pırıl pırıl güneş daha beter kavurmaya başlamış…
Durumu gören köylüler, “Ne biçim hoca bu yahu, hani bir okuyacak bir üfleyecek, gök gürleyecek yağmur yağacaktı. Güya karşı köye gitmiş, daha ellerini açıp duaya başlarken, gökten rahmet boşanıvermiş, yalancı hoca bu” diye başlamışlar homurdanmaya…
Sonunda köy muhtarı dayanamamış ve hoca efendinin yakasına yapışmış…
“Hoca hoca, hani yağmur yağacaktı, ne oldu” diye…
Muhtarı elinin tersiyle iten hoca, “Boşuna beklemeyin, size yağmur yağmaz” demiş…
Köylüler şaşkın, “Niye yağmasın, hocaysa işte seni getirdik, duaysa hep beraber dua ettik, daha ne istiyorsun” diye sormuşlar…
“Siz bana güvenmediniz” demiş hoca…
Köylülerin şaşkınlığı bir kat daha artmış ve “Ne demek güvenmedik, güvenmesek kasabadan alır buraya getirir miydik, İşte seni getirdik, paranı da peşin verdik, sen dua ettin, biz amin dedik, daha nasıl güveneceğiz” diye sormuşlar…
Hoca biraz daha ileri giderek, “Siz sadece bana değil, tövbe estağfurullah, Allah'a da güvenmediniz, sizin kalbiniz bozuk” diye basmış fırçayı…
Köylüler hep bir ağızdan,, “Haşa sümme haşa, nereden çıkarıyorsun bu lafları hoca efendi, olur mu öyle şey” diye itiraz etmişler…
Bunun üzerine hoca efendi elindeki şemsiyeyi göstermiş ve, “Bre zındıklar, eğer güvenseydiniz, hepiniz yağmur yağacak diye şemsiyelerinizi yanınıza alırdınız. Hani nerede şemsiyeleriniz. Bir tek ben güvendim ve şemsiyemi yanıma aldım ama o da yetmedi işte” diyerek son noktayı koymuş…
***
Siyasi partilerin aday listelerine son nokta yarın konacak, bir başka deyişle, aday adayları için “takke düşecek ve kel görünecek”…
MHP cephesinde ilk üç sırada mutlaka Alanya’yı temsil edecek bir adayı olacağı konusunda oldukça yaygın bir görüş var…
MHP Alanya İlçe Teşkilatı da bu konuda “güven patlaması” yaptı….
Beklentiler bu yönde olduğu için, MHP’li aday adaylarından iki-üç kişinin ismi ön planda, bu cephedeki “bilinmezlik” sadece bu kadar…
Ama AKP cephesinde durum hiç böyle değil…
AKP’nin Antalya listesine Alanya bölgesinden kim ya da kimler girecek, giren olursa kaçıncı sırada yer alacak, bu konuda en küçük bir “ipucu” bile yok…
İşte bu nedenle, “dananın kuyruğunun kopmasına” bir gün sizlerin de merakını gidermek adına önemli bir fikrimi paylaşmak istiyorum…
Yukarıdaki yağmur duası hikayesini durduk yerde anlatmadım…
Şöyle ki…
AKP cephesinde listelerin oluşmasındaki bana göre en önemli kriter, “en iyi ve güvenilir asker olmak”…
Bir başka deyişle, baş kaldırmayacak, hiçbir şeye itiraz etmeyecek, “yat” denilince yatacak, “kalk” denilince kalkacak, hiç bir şeyi hiçbir şekilde sorgulamayacak, “Başkanlık Sistemi” için gerekirse her şeyini feda edebilecek, verilen talimatları iki eli kanda olsa bile anında yerine getirecek, “güvenilir askerler” yani…
Bu nedenle AKP’nin sevgili aday adaylarını son nokta konulmadan uyarıp, “bir son dakika güzelliği” yapmak geldi içimden…
Sevili Mustafa Başak gibi “ben proje adamıyım” diye bas bas bağırmak inanın bana hiçbir işe yaramaz…
Sevgili Hüsnü Akçalıoğlu gibi, “Ben Alanya’nın öz evladıyım, halkın içinden geldim, halktan kopuk olmayacağım” demek de işe yaramaz…
Hangi aday adayı “en güvenilir asker vekil ben olurum” imajını yaratıp, bu konuda birilerinin tam güvenini kazanabilirse, kapağı Ankara’ya attı gitti…
İyi yetişmiş olmak, eğitimli olmak, dürüst ve namuslu insan olmak, ya da ne bileyim, gazetelere boy boy ilanlar verip, haber bültenlerinde yer almak filan da hikaye…
Eğer “Başkanlık Sistemine” gerçekten inanıyorsanız, kapın birer şemsiye…
“En iyi asker ben olurum” diye yağıp, gürleyin…
Yeter de artar bile…
Bu kıyağımı da unutmayın…