Dünkü yazıda olduğu gibi, bugünkü yazıya da “peşin peşin söyleyeyim” diye dalmak durumundayım…
Peşin peşin söyleyeyim ki, “altımda buzağı arayarak” şahsımı “öküz” konumuna sokma hevesi içinde olanların hevesleri kursaklarında kalsın, kaynana dırdırından başları yukarı kalkmasın…
Bu duaya “çok amin” dedikten sonra gelelim mevzuya…
Olayın “dini inanç” boyutunda değilim…
İnsanları inandıkları değerlere, doğdukları yere ya da ne bileyim, göz ve ten rengine, boyuna posuna, konuştuğu dile göre sınıflandırıp, değerlendiren bir yapıda olmadığım için olaylara o gözle bakmam…
İnanmak, inandığı değerlere göre “ibadet” etmek, Yüce Yaradan ile kulu arasındadır, beni hiç ilgilendirmez…
Bunu böyle bilin ve yazının bundan sonraki kısmında şahsımı “öküz” konumunda değerlendirip, altımda buzağı aramaya kalkışmayın…
Bu bir…
Eğer bugün yaşıyor olsaydı ve ren geyiklerinin çektiği “uçan kızağı” yerine, bizim oralarda “Hacı Murat” dediğimiz Murat 124 marka bir aracı olsaydı, plakası “07” ile başlayacak olan “Noel Baba” ile bu açıdan baktığımız zaman “hemşeri” sayılırız…
Bilinen asıl adı “Nikola” olan hemşerimiz Noel Baba, gençliğinde Mısır ve Filistin’i dolaştıktan sonra Demre’ye dönüp, burada yaşamaya başlamış…
Bünyesindeki “iyiliksever” hormonları çok fazla gelişmiş olduğundan, çevresine sürekli yardım eder ve oldukça cömert davranırmış…
Günümüzdeki temsili Noel Babaların çocuklara hediyeler dağıtmalarının “ilham kaynağı” olan hemşerimiz Nikolas’ın “aşk hayatı” nasıldı bilemiyorum ama, yakın silah arkadaşım Yüzbaşı Tommiks’in anlattığına göre o bezlerde tarağı yokmuş…
Kendini tamamen insanlara “iyilik yapmaya” adamış…
O dönemlerde “yoksulluk” nedeniyle “fuhuş batağına” sürüklenmek üzere olan üç genç kızın çeyiz masraflarını üstlenerek evlendirip, fuhuş batağından kurtarmış misal…
Bu derece “şefkatli” bir yüreğe sahipmiş yani…
Tarih sayfalarında böyle bir kayıt yok ama, öyle tahmin ediyorum ki, çevresine karşı takındığı bu “şefkatli tavır” nedeniyle kendisine hep “baba” gözüyle bakılmış…
Tıpkı bizim devletimize “devlet baba” dememiz gibi bir durum yani…
“Baba” demek “sevgi, şefkat, ilgi” demektir çünkü…
“Baba” demek, darda kalınan zamanlarda “sığınılacak en güvenli liman” demektir çünkü…
“Baba” demek, elinin altındaki evlatlarına “adil” davranan, eğiten, iyileştiren, yol gösteren, kucaklayıp kollayan, gerektiği zaman sarıp sarmalayan, “şefkatli elleri” ile çocuklarına dokunduğu zaman “güven veren” bir profil demektir çünkü…
Devletimize “baba” gözüyle bakmamızın asıl nedeni budur…
Her ne kadar zaman zaman “anamızı bellediği şüphesine” kapılsak da, “baba” dememizin altında yatan asıl neden bu değildir yani…
Bu “yanlış” algı tamamen devlet babanın “temsilcileri” ile ilgilidir...
Misal, bir ilin valisi ya da bir ilçenin kaymakamı, görev yaptığı yerde yaşayan halkın yanında olmaz, sorunlarıyla ilgilenmezse, “katı kuralcı” olup, “çatık kaşlarıyla” gerek emrindeki personele gerekse vatandaşına “zulüm” ederse, “devlet babanın anamızı bellediği” şeklindeki “yanlış algı” ortaya çıkar ki, buradaki suç devlet babanın değil, onun temsilcisinin olur…
Ama misal…
Alanya Kaymakamı Dr. Hasan Tanrıseven gibi, sürekli halkın yanında ve içinde olan, sorunlarla yakından ilgilenen, “mazeret” değil, “çözüm” üreten, vatandaşını düşünüp, elini sıkan, sırtını sıvazlayan bir temsilci, her zaman devlet babanın o “şefkatli” yüzünü hatırlatır ve hiç unutturmaz…
Dr. Hasan Tanrıseven’in, Alanya’ya “atanmasından”, bakın dikkatinizi çekerim, “göreve başlamasından” demiyorum, “atanmasından” itibaren yaptıklarına bir göz atalım…
Adım gibi biliyorum ki, Alanya’ya atandığını öğrenir öğrenmez, kafa kağıdının “doğum yeri” hanesinde “Alanya” yazdığı için, “en has Alanyalı benim” diyenlerden çok daha fazla “Alanyalı” hissetti kendisini…
Ve hemen, anında ailesi de dahil olmak üzere Alanya ile bütünleşti…
Yıllarca “küçük olsun ama benim olsun” mantığı içinde Alanya’nın geleceği ile oynayan o kafalara nazire yaparcasına “Alanya’yı Türkiye’nin Miami’si yapacağım” diyerek “hedef büyülttü”…
Sadece hedef büyültmekle kalmadı, “bu hızla olmaz” diyerek tuttu bir de “vites büyülttü”…
Sokağa indi, halk otobüsüne bindi…
Ailesiyle, arkadaşıyla cafelere gitti, çay-kahve içiminde sohbetler etti…
Huzurevinde kalan yaşlıları, hastanede yatan hastaları ziyaret edip, gönüllerini alarak, gülümseyip, “devlet babanın şefkatli elini” uzattı…
Hiç kimseye karşı asla “kaşlarını çatıp” kem gözle bakmadı…
Gerek kendisi, gerekse eşi Ceylan Tanrıseven hanım aracılığı ile garip gurabanın, yoksulun, ihtiyaç sahibi olanların hem “evlerine” girdi, hem “gönüllerine”…
Ve bu insanlarımıza uzattığı yardım eliyle, “Allah devletimizden bin kere razı olsun” dedirtti…
Yetmedi Albimo Alanyaspor’a el uzattı…
Her zaman, her konuda olabildiğince “açık ve şeffaf” davrandı…
“Vakfın bir kuruşunu bile yedirmem” diyerek, bu tür konularda ne kadar “hassas ve adil” olduğunu gösterdi…
Ve bunları “çok kısa” bir süre içerisinde yaparak, “imparator kaymakam” diye tüm gönüllerde taht kurdu…
İşte ben “has devlet adamı” diye buna derim…
Bu nedenle de Alanya Kaymakamı Dr. Hasan Tanrıseven’i “2014 Yılının EN Baba Devlet Adamı” ilan ediyorum…