Başlığı öznel kullandım, ama fazla genel bir yazı olacak baştan belirtmek isterim.
Uzun zamandır yazmıyorum, yani daha açık olmak gerekirse, sadece kendime yazıyordum.
Çünkü uzun bir okuma maratonuna kaptırmıştım kendimi.

Şu meşhur soru vardır ya: "Daha iyi yazmak için ne yapmak gerek?"
Daha çok yazmak mı,
daha çok okumak mı?

İlk emri, "okumak" ardından gelen emri "Yaratan'ın adıyla okumak" olan bir kutsal kitabımız var.
İnanmak bir tercih olarak bırakılmış, bu sebeple, sizleri herhangi bir şeye inandırma gayretinde değilim.
Ben kendimi nasıl inandırdım, onun sadece okumak kısmını paylaşmak istiyorum naçizane:

Bir "şeyi" okumak için, bilirsiniz, istek ve merak gerekir.
Ben gazeteciliği, okulunda okumadım. Mesleğim kimya...
Vakti zamanının Öss'sinde berbat bir puan getirdim. Neden?
Cevabı çok basit: Ne kadar zeki olursanız olun, "okumuyorsanız"... Yapamazsınız.
Çünkü öyle bir bilginin varlığından haberdar olamazsınız.

Her ne ise biz konumuza dönelim...

Geçenlerde bir dubayı okudum da, denizde kendi haline dururken garibim;
oradan geldi aklıma, haydi dedim "Üşenme kızım, azcık da başkalarına yaz"...

Şimdi okumak ve bundan faydalanmak için, insanda bulunması gereken şeyleri tespit ettim kendime bakarak:
İstek, merak, hafıza, doğru kaynak seçimi... (Eksiğim vardır illa ki, dedim ya, okulunu okumadım)
Bunlardan eksik-zayıf olanlar, yardımla-gayretle tamamlanır. Anlayacağınız herkes okuyabilir.

...

Okumak denince, akla ilk gelen şey, somut bir kitaptan okumak...
İzninizle burada ufak bir gülümseme yerleştiriyorum dudağımın kenarına.
Sadece şunu yineliyorum (diğer yazılarımı okuyanlar bilirler), kitap okumakla aram pek iyi değildir.
Sadece iyi dinler ve izlerim...

Dünyayı okumak istedim geçen gün, bana dünyayı anlatabilecek bir kitap istedim.
Sonra da kendi dünyamı okumak istedim. Onu da hazırca anlatan bir kitap olsa, inanın alırdım. Ama yok,
beni henüz yazan çıkmamış. Belki çıkmış, ben okumamışım. :)

Neyse, dünyayı okumak için ne gerek diye düşünürken; "Yahu 5 duyu organın da yerinde şükür, dünyayı oku işte bunlarla" dedim.
"Aklında bir somut olsun, sonra onu eğ-bük, mecazlarınla çarp, romantik romantik" erit dedim...

Sonra ne olsun diye ararken; denizin üstünde bi duba gördüm kendi halinde...

Uzun uzun baktım. Öküzün trene baktığı gibi değil, insanın trene baktığı gibi...

Denizin kıyıya yakınında, bir hat içindeydi.
Suyun üzerinde durduğu aşikardı.
Turuncu renk olanları çoğunluk.
Suyun dibine batmaması için, sudan hafif olmalı...

Sonra gittim, hiçbir şey bilmeyen bir çocuk edasıyla balıkçıya sordum:
"Abi, bu dubaları ne için koyuyorlar, neden turuncu renk?"
-Denizi sınırlandırmak için, milletin canı tehlikeye girmesin diye. Yine de kendini bilmeyen adamlar açılır gider bunlardan öte.
sonra bi halt olur, kramp mramp. Neyine yetmiyor adam, yüz işte oralara kadar. Neyse abim, bunlar denizde en rahat ayırt edilen renge göre
boyanır. ondan turuncular. göz bunu kolay seçer. Adam boğulurken can havlıyle, karısına sarılır gibi sarılır dubalara.
O panikle, görsün diye...

Sonra bir kimyager olarak irdeledim dubayı, ancak ne suyun kaldırma kuvvetiyle, ne plastik oluşuyla...
Bilinenden daha farklı bir yolla açıklamak istedim kendime:

-Sudecim, sana suyun kaldırma kuvvetinden başlayarak anlatırdım bu su üzerinde duran dubacağızı. Ancak madem farklı bir yol istedin,
karışımlardan-çözeltilerden anlatayım sana.

Bazı karışımlar karışır (su- alkol)
Bazı karışımlar karışmaz (su-yağ)
Ama insanoğlu hepsine karışım demiş. (Karışmayan karışım)
Yerçekimini yenebilen bir çözelti, bileşik yönü düşün şimdi...
Ya da yer çekimini bir kenara bırak,
"Duba ile suyun, ciddi ciddi birbiri içinde komple çözünebildiğini düşün"
Hatta bu işin bi ayırımı olmadığını, hava ile suyun da birbirine çok rahat karıştığını düşün...
Yer ile gök, birbirine girerdi...
Galiba, su, dubaya karışmadan onu kaldırıyor...
İnsanlar onu, böyle materyallerden yapıyor.

Bir dubadan, "hayat dersi" çıkarabilirsiniz anlayacağınız.

Kendi hayatınızı okumak da bunun gibidir, ona bir duba muamelesi çeker, okursunuz...

Mevzu doğru ya da yanlış okumak değil, herkesin doğrusu-yanlışı kendini bağlar.

Sonuç itibariyle şunu söylemek istiyorum, belki yazıdan çok kopuk olacak ama:
"Cümlelerimi böyle kuruyor olmam sizi yanıltmasın, ben edebiyatı da okulunda okumadım"
Galiba onu da biraz insanlar okuttu...
O kadar çok dil döktüm ki onlara bazı şeyleri anlatabilmek için,
o kadar çok parçaladım ki...

Eh, moleküllerine ayırdığım bi edebiyatı, bırakın da kimyacı olarak az buçuk elimde oynatayım değil mi?


Teşekkürler okuduğunuz için...
Sevgi ve saygıyla kalın.