Daha önce yazmış olduğum yazımda, devlet otoritesinin Türkiye’de niçin sınırlandırılamadığından bahsetmiştim. Sebep olarak ta, Türk burjuvazisinin, servetini kamudan elde edeceği menfaatlere bağlı olduğunu anlatmıştım.
Devlet otoritesinin, kanuna dayanan zor kullanma yetkisi denetlenmezse, devletin içerisinden veya seçimle gelen klikler, bu yetkiyi kendi şahsi menfaatlerine ulaşmak için kullanırlar. Roma’da cumhuriyet dönemi, senatonun ve halk meclislerinin siyasi hayata aktif olarak katıldığı bir dönemdir. Önemli işler hakkında karar verme konusunda senato tarafından bir yıllığına seçilen, iki konsül yetkiliydi. Roma’da konsül, bugünkü devlet başkanına eş değer bir makamdı ve bu konsüller birbirlerinin kararlarını veto etme yetkisine sahipti. Savaşları ve seferleri bahane ederek devleti mutlak surette yönetme yetkisi diktatörlere verildikten sonra senato ve halk meclisleri, etkisiz hale getirildi. Mutlak yetkinin kendisine verilirse şiddeti sona erdireceğini söyleyen Augustus, ömür boyu kendini diktatör olarak tayin ettirdi. Fakat Roma’da şiddet sarmalı bir daha sona ermedi. Artık ordunun veya kendi parasıyla kurduğu lejyonların desteğini alan generaller, Roma’daki imparatorun zayıfladığı her dönemde darbeyle imparatoru devirdiler. Tarihte görüldüğü gibi, bütün yetkiyi tek bir kişiye devretmek hiçbir zaman, sorunlara çözüm olmamıştır. Yetkiyi tek kişiye verip, karşılığında huzuru satın almak karlı ticaret gibi görünse de, bu konformizm ve onun ürettiği yozlaşma tarihin en büyük devletinin ilk önce doğu ve batı olarak bölünmesine, ardından yıkılmasına yol açmıştır.
Siyasette aktör sayısı ne kadar fazla olursa, karar almak o kadar zorlaşır. Karar almanın zor olması demek: tek bir kişi veya bir grup için değil; herkesin işine yarayacak kararların alınması demektir. Karar almak ne kadar kolay olursa, hesaplanamayan riskler o kadar fazlalaşır. Karar olmanın zor olmasının bir faydası ise, kanunların ve diğer ülke dinamiklerinin yavaş değişmesidir. Bu yavaşlık Türkiye’de bir zaaf olarak algılanabilir. Ancak geleceğin öngörülebilir olmasına yol açar. Sabahtan akşama kararların alındığı, yıldırım hızıyla vergilerin salındığı bir ülke öngörülebilir değildir. Bu yavaşlık aynı zamanda gücün tek adamda toplanmamasını sağlar; dolayısıyla karşıt görüşlerin de kendini ifade edebileceği fırsat alanları oluşur. ABD’de bir tasarının yasa olabilmesi için hem senatoda hem temsilciler meclisinde hem de bu meclislerin alt komitelerinde onaylanmasına gereklidir. Bu süreçler esnasında tarafların uzlaşamadıkları keskin noktalar törpülenir ve herkesin kabul edebileceği bir asgari müşterek ortaya çıkar. İki partinin birbirine çok yakın oy aldığı bu sistemde kanun yapmak çok zordur. Birçok noktadan denetlenen devlet otoritesi, böylelikle bireylerin ve özgürlüklerin aleyhine genişleyemez.
Türkiye’de devletin nasıl mal ve hizmet satın alacağını gösteren ihale kanunu son 16 yılda 186 defa değişmiştir. Anayasaya bile defalarca müdahale edilmiştir. En temel meselelerde bile, toplumun bütün kesimlerinin uzlaşamadığı çözümleri dayatmak, Türkiye’yi son üç yıldır ekonomisi daralan, parası değer kaybeden, enflasyonu artan ve gün geçtikçe fakirleşen bir ülke haline getirmiştir.