Edebiyat denilince aklımıza ne geliyor?
Bir çoğumuzun aklına hikâye, roman, makale, kompozisyon, şiir vs gelmektedir. Edebiyat lisansı almış, bu konunun ehli olanlar başarılı şekilde kaleme alıyor edebiyatı.
Edebiyat; vaka, düşünce, his ve hayalleri dil aracılığı ile güzel duyusal bir şekilde tabir etme sanatıdır. Edebi yazılar yazan sanatkârlara "edib" veyahut "edebiyatçı" denir. Edebiyat; Arapça bir kelime olup edep anlamını da taşır. Tanzimattan sonra uydurulan yani ortaya çıkan edep veya şiir anlamlarını taşıyan, insanın kendi dilinde kendini ifade etme şekli de diyebiliriz. Halk ile birleşen şiirli muhabbettir bir nevi adı. Zannediyoruz ki kullandığımız dil bir çeşit. Bir milletin dilini kendi arasında, edebi, fenni, konuşma dili olarak üçe bölebiliriz.
Edebiyat dilini en güzel kullanan doğuştan yetenekli olup ya da sonradan bu yeteneği kazanan, halkın içinden çıkıp, halkın dili olan, halkın dertlerini, sevinçlerini, düşüncelerini dillendiren adeta tercümanı olan edebiyatçılarımız, şairlerimiz, ozanlarımız, âşıklarımızdır.
Edebiyatın bir hayli türü vardır.
Dünyaca ünlü edebiyatçılar da tarihte yer almaktadır.
Halk edebiyatı:
Sözgelimi bizim yörede halk şairi yoktur. Lâkin ben Dede Korkut, Yunus Emre, Karacaoğlan, Âşık Veysel, Âşık Sümmani , Âşık Reyhani vs. Halk şairleri ile büyüdüm. Babam haber sonrası radyo, pikap, siyah beyaz tv araçlarda her gün mutlaka ev ahalisine halk âşıklarından türküler, hikâyeler dinletirdi. Çocukluk yıllarımda âşıkların türkülerini dinlerken çok algılayamasam da kendimce yorumlardım. Mesela Âşık Veysel'in söylediği "Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece" türküsünü dinlerken uzunca patika, rengarenk çiçeklerle bezenmiş, yeşil çimenli bir yoldan neşe dolu yürürken türkü çığırıyormuş diye düşünürdüm. İdrak edecek yaşa geldiğimde o yolun uzunca patika, rengarenk çiçeklerle bezenmiş, yeşil çimenli, neşe dolu yol olmadığını anladım.
Türküler, şarkılar mesaj içerikli şiirlerdir.
Türk'ün ölüsünden korkan ülkeler var. Türk'ün ecdadı hiç bir ülkenin soyuna benzemez.
Servetimizin farkında mıyız? Farkında olanlara selâm olsun. Zaman zaman tarihe gidelim. Toprak altında yatan nice değerleri ziyaret edelim...
Fuzuli şiirlerini okuduğunuzda bambaşka bir dünyaya dalarsınız. Derin yazılmış şiirleriyle alanında çok önemli bir divan şairidir.
Yunus Emre'nin tasavvuf şiirleri Hâk'ka olan sevdasını anlatmaktadır.
Karacaoğlan ise bülbülün güle olan aşkını zikreder şekilde anlatması nazlı yâri, yâreni, canânı olan sevdiğine sevdasını anlatmıştır.
Köroğlu, Dalaloğlu, Pir Sultan Abdal gibi bir çok âşık ozan larımız ise adeta sazlarını bir silah, sözlerini mermi gibi kullanarak hakkın yanında haksızlığın karşısında durup zalimin zulmüne baş kaldırmışlardır.
Peki ya Neşet Ertaş, Aşık Mahzuni Şerif, Abdulvahap Kocaman, Ozan Arif, Nebi, Mehmet Akif Ersoy, Abdurrahim Karakoç ve daha nicesine ne demeli? kimi insan sevgisini öne çıkarırken kimisi Vatan, Bayrak, Din, Devlet, Ülkü, Ülke sevdalarını öne çıkartmışlardır. Hepsi birer değerdir. Hangi birini anlatalım ki uçsuz bucaksız bir derya.
Ne büyük acıdır öldükten sonra değer kazanmak...
BU SANAT
Çağlar ötesinden gelen bu sanat
Dede Korkutların izi değil mi
Hak'kı anlatmışlar batıla inat
Sadık olandan Râb râzı değil mi
Her âşığın başka başka hali var
Duyguların sırlar dolu dili var
Mecnûn'un düştüğü sevda çölü var
Kerem de Aslı'nın közü değil mi
Söz söyler elbette sözü olanlar
Yaradanın sevgisiyle dolanlar
Tapduk dergâhında huzur bulanlar
Dervişan Yunus'un hazı değil mi
Kimi bu gün diyor kimi dün diyor
Kimi vatan diyor kimi din diyor
Hak diyen ozanlar sanma ben diyor
Köroğlu ayvazın gözü değil mi
Pir Sultan'dır anmadan geçilmez
Aşk oduyla yansa gönül kaçılmaz
Aşksız deryalara yelken açılmaz
Aşk âşığın gönül sazı değil mi
Gülzârım Karacaoğlan bir beste
Fuzuli'ye kulak verdim her seste
Şairlerin ömrü geçmiş kafeste
Kafes âşkta alın yazı değil mi