Birçok şey yaşarız; beklediğimiz şeyler de olur, beklemediğimiz şeyler de. Hiç ummadığımız kimselerden darbe alırız. Öyle büyük bir yıkım olur ki çoğu zaman… En güvendiğimizin açtığı yara en çok kanatır. Çünkü güvenirsin, güvendikçe kendini verirsin. Kendini onun bir parçası, onu kendini bir parçası haline getirirsin. Sanki hiç gitmeyecek gibi, sanki hiç acı vermeyecek gibi… Sanki hayatına hep güzellikler getirecek gibi.
Objektif bakınca ne kadar mantık dışı gelir oysa. Dünya değişir, her şey değişir. Yerinden hiç ayrılmayan ağaç bile olduğu yerde değişir. Körü körüne güvendiğiniz insan mı değişmeyecek? Ya da sizin ona bakış açınız?
Belki de o değişmez de, sizin onu algılayışınız değişir. Kör adamlar ve fil hikayesi vardır. Birkaç kör adam ve bir tane fili bir odaya koymuşlar. Kör adamlardan filin nasıl bir şey olduğunu dokunarak tanımlamalarını istemişler. Kulağına dokunan bu bir yelpaze demiş, hortumuna dokunan halat olduğunu söylemiş, bacağına dokunan ise bu bir sütun demiş.
Aslında her birinin tanımı aynı şeyi anlatıyor, ancak tanımlarda farklılaşmaya yol açan bakış açıları. İnsanlar da böyledir, ilişkiler de… Her ne kadar yazının başında güvendiğimiz kişilerin değişmesinden yakınıyor gibi olsam da aslında durum tamamen bizim bakış açımız, bizim algılarımızla ilgili. Biz karşımızdakinde ne görmeyi umuyorsak onu görmeye çalışırız; geri kalanı işimize yaramıyorsa görmezden geliriz.
Evlenmeyi düşünen kadın ve erkeği düşünelim. Kadının bir eşten beklentisi ne ise (para, mevki, karizma, ev işlerine yardım, sorumluluk…vs.) hayatına alacağı ya da aldığı erkeklerde de bu özellikleri bulmaya çalışır. Ufak bir parça bulduğunda ise bunu çoğu zaman geneller; geri kalan yönlerini, belki de kendisini fazlasıyla zorlayacak özelliklerini görmezden gelir. Belki çok dağınıktır, belki sorumluluk sahibi değildir, belki cimridir ancak tüm bunlara rağmen karizmatikse kadın için olay bitmiştir.
İlişki başlar, evlenirler. Hayatlarına yeni roller ve sorumluluklar girmeye başlayınca adamın karizmasının popülerliği düşmeye başlar kadının gözünde. Çünkü artık kadının bir erkekten beklentisi sorumluluk sahibi olması, tertipli düzenli olmasıdır. Kadın bunları göremedikçe adama ‘’sen değiştin’’ der, ‘’seni yanlış tanımışım’’ der.
Aslında yanlış tanıma değildir o; ‘’eksik tanıma’’ dır. Verdiğim örnek bir kadın açısından olsa da aynı durum bir erkek için de aynı oranda geçerlidir. Aynı şekilde arkadaş ilişkilerinde de durum benzerdir.
İşin özü; kişiyi bütün olarak tanımlamaktan, bütüncül bir bakış açısından geçiyor. Sıklıkla ifade ettiğim gibi kendimizi tam anlamıyla tanımadan, keşfetmeden; bir başkasını tanımamız, anlamamız mümkün olmayacaktır. Bu da ilişkilerimizde sürekli tekrarlayan zorlanmalara, kısır döngülere neden olacaktır.
‘’İlişkilerim hep aynı sonla bitiyor, 5 ayı geçmiyor, karşıma hep aynı tipler çıkıyor, arkadaş dediğin hep aynı sıkıntıyı yaşatıyor, kimseye güvenilmez, benim kaderim bu!’’
Kaderin hayatımıza elbette etkisi vardır, burada ise durum kişinin kendi açısından sürekli hatalı seçimler yapmasından ileri gelir, oysa farkında bile değildir hatalı olduğunun. Çünkü kendi doğrusunu keşfetmemiştir. Hayatın içinde, uçurtma gibi rüzgara göre gezinip durmaktadır.
Kendinizi tanıyın; ne seviyorsunuz, ne istiyorsunuz, sizi ne endişelendiriyor, ilişkilerde nasılsınız, aile içinde nasıl görüyorsunuz kendinizi… Bunu yaparken, kendinizi tanımaya çalışırken ‘’sence ben nasıl biriyim?’’ benzeri soruları ailenize, arkadaşlarınıza sorarak değil; kendi içinize dönerek kendinizi keşfetmeye çalışın.
Kendinizi bir başkasının gözünden değil, kendi gözünüzden tanıyın !