Nerde kalmıştık? Markamızı doğru markalandırıp kazandıkça kazanalım diye neler yapalım ona bakıyorduk. Bu yazıda da markamızın nasıl göründüğüne bir kısaca el atalım diyorum. 
Doğru Görünmek Lazım
Markamızın logosu hem göze hem gönle hitap etmeli. İster yuvarlak , oval, kare olsun, ister yatay, ister dikey olsun. İki gözü hedef alacağımızı düşünürsek yataya daha yakın olabiliriz. Yatay şekiller  logonun daha fazla etki göstermesini sağlayacaktır. Biçim kadar anlaşılır olması da önemli tabi. Yani süslü püslü olsun diye, anlaşılması zor bir yazı karakteri seçmek genelde yaptığımız en büyük hata. İletişim sürecimizi zorlaştırmaya gerek yok. 
Siyah, Mavi, Yeşil Olsun… 
Markamızı ayırt edecek önemli unsurlardan birisi de renk tercihimiz. Binlerce kelime seçeneğimiz varken, renk seçeneğinin kısıtlı olması renk üzerinde çalışmayı biraz zorlaştırmaktadır. Ara renkler yerine kırmızı, turuncu, sarı, yeşil ve mavi  ana renklerinden seçmek her zaman  daha iyi bir seçenektir. Kırmızı heyecan rengidir, dikkat çeker ve satışı sağlar.  Bakınız Coca Cola. Mavi ise kurum rengidir, huzur verir, sakinleştirir. İstikrarı gösterir. At yarışında kazanan ata takılan şeritleri düşünün, liderliğin rengidir mavi. Bakınız IBM. Beyaz gelinlikten de akla geleceği üzere saflığın rengidir. Duruluğu gösterir. Siyah lüksün rengidir.  Viski markalarına bakın lüks segmentlerinde hep siyah rengi vardır. Bkz: Johnnie Walker Black Label. Yeşil genelde doğayı anımsatır. Çevre, sağlık ve doğallık akla gelir yeşil rengi görünce. Turuncu kırmızıya, yeşilse maviye yakındır. Sarı nötr bir renktir, dalga boyunun en ortasında yer alır, bu yüzden en parlak renk diyebiliriz. Dikkat çekmek için sarıdan faydalanılır. Sarı ışıklar veya işaretler örnek olabilir. 
Devamlılık Şart
Zihinde kalmak için sabır şart. Israrlı bir şekilde beklemeyen markaların zihinlerde kalıcı bir yer etmesi zor tabi. Anlık rüzgarlar esebilir, moda bize geçici salınmalar sunabilir haliyle pazar da dönem dönem şekil değiştirebilir. Biz burada markamızı korumakla yükümlüyüz işte. Çünkü bu rüzgarın etkisi azalınca biz karakterini değiştiren bir markaya sahipsek,  tutunmak zor olur işte. E gündeme şartlara göre karakter değiştiren bir insanı hayatınızda tutmayı ne kadar istersiniz?  Her şey dahil furyasına kapılıp otellerinin her şeyini ona göre düzenleyen turizmcilerimiz, özlemiyor musunuz yıllarca emek verip kurduğunuz eski marka düzeninizi? Neyse uzun bir konu bu, ayrı bir zamanda konuşuruz.
Son olarak her canlı bir gün ölümü nasıl tadacak ise, markalarda da ölümlü olma gerçeği söz konusu. Markaların ölümü tabii ki de kabul etmesi çok kolay bir durum değil; ancak zamanında markanın doğumundan gelişimine ömrünü uzatacak çalışmalara  3 kuruş para harcarken 5 kere düşünen şirketlerin markaları hayatta tutmak için ciddi masraflar yapabiliyor. Ama markaların doğası da böyle işte doğar, büyür, olgunlaşır ve ölürler. Günlük hayat gibi düşünün, yeni gelen kuşak heyecan verici yeni bir yol çizerken, eski kuşak zamanın esiri olmuştur zamanla solar ve ölüme mahkum olur.