85 milyon nüfuslu Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olması ve ekonomik büyümeye öncelik verilmesi, enerji ihtiyacının hiç olmadığı kadar fazla olmasına sebep oluyor. Bu bağlamda enerji güvenliği, günümüzün ve yakın geleceğin temel sorunlarından biri. Her ne kadar yeni doğalgaz ve petrol kaynaklarının bulunduğu iddia edilse de, mevcut fosil yakıt kaynaklarımız oldukça kısıtlı.

Aynı zamanda uluslararası anlaşmalarla beraber beyan edilen 2053’e kadar karbon salınımını nötrleme sözümüz var. Bu şartlar altında, Türkiye’nin enerji güvenliğinin nasıl sağlanacağı konusu soru işaretleri oluşturmakta.

Mevcut Üretim Kaynakları
Son 20 yılda enerji ihtiyacı iki katına çıkan Türkiye’nin 2022 yılındaki enerji üretim kaynaklarını incelediğimizde %34.6 kömür, %22.2 doğalgaz, %20.6 hidroelektrik, %10.8 rüzgar, %4.7 güneş, %3.3 jeotermal ve %3.7 diğer kaynaklardan enerji sağlanıyor.

Bu verilerde göze ilk çarpan şüphesiz kömür enerjisi. Yüksek karbon salınımı sebebiyle iklim değişikliğini yaşamamızın en büyük sebeplerinden biri kömür termik santralleri. Aynı zamanda bu santrallerin havayı kirleterek Türkiye’de 55 yıl içinde yaklaşık 200.000 kişinin erken ölümüne sebep olması, mevcut kömür politikalarının sorgulanmasına neden oluyor.

Mevcut kömür termik santralleriyle de yetinmiyoruz. Plan ve yapım aşamasında birçok yeni kömür termik santrali var ve verilere göre planlanan kömürlü santral kapasitesinde dünya üçüncüsüyüz. Kısacası iklime ve insan sağlığına en zararlı enerji kaynağına yeni yatırımlar sürüyor.

Doğalgaz konusuna gelirsek, Akdeniz ve Karadeniz'de doğalgaz yatakları bulunsa da, mevcut şartlarda kullandığımız doğalgazın %99’unu ithal ediyoruz. Ki bu ithalatın yaklaşık üçte ikisini Rusya ve İran gibi ilişkilerimizin her an sallantıya girebileceği ülkelerden karşılıyoruz. Doğalgazın fosil yakıt statüsünde olup iklim değişikliğini hızlandırılmasının yanı sıra, dışa bağımlılığımızın oldukça yüksek olması enerji güvenliğini tehdit eden unsurlardan.

Yenilenebilir Enerji Üretimimiz Ne Kadar Yeterli?
Yenilenebilir enerji kaynakları açısından, özellikle son 10 yılda önemli bir yol katettik. Dünyada rüzgar enerjisi üretiminde 10, güneş enerjisinde 16'ncı sıradayız. Özellikle güneş enerjisi üretiminde potansiyelimiz yüksek olsa da mevcut yenilenebilir enerjiye yatırımların daha çok hidroelektrik santrallerine (HES) gerçekleştiği görülüyor.

Türkiye mevcut hidroelektrik üretim kapasitesinde dünyada 10’uncu sıradayken 2020 yılında Çin’den sonra en çok kapasitesini arttıran ülke konumunda. HES’ler yenilenebilir enerji kapsamında “temiz enerji” olarak görülse de gerek bölge halkına yaşattığı acılar gerek ekosisteme verdiği zararlarla oldukça tartışmalı bir alan.

Enerji güvenliği açısından bakıldığında da pek sırtımızı dayayabileceğimiz bir kaynak değil. Bu durumun en temel sebebi kuraklık. Tamamen suya bağımlı olan HES’ler, kuraklık dönemlerinde neredeyse işe yaramaz hale geliyor.

Örneğin 2021’de başlayan kuraklığı ele alalım. 2020 yılında HES’ler enerji üretiminin %33.6’sını karşılarken kuraklık sebebiyle 2021 yılında bu oran %21’e, 2022’de %20.6’ya düştü. Üretim farkının neredeyse tamamı da kömürle ve dışarıdan ithal ettiğimiz doğalgazla karşılandı. İklim değişikliğinin etkileriyle kuraklıkların artacağı öngörüsü, büyük yatırımlarla yapılan HES’lerin beklenenden çok daha az enerji üreteciğini gösteriyor bizlere.

Sonuç olarak yapılması gereken ilk şey, başta kömür olmak üzere fosil yakıtlardan vazgeçmek ve enerji güvenliğini yok saymadan alternatif kaynaklara yatırım yapmaktır. Sırf “temiz enerji” diye HES’lere yatırım yaparken en azından ekonomik gözle bile baksak iklim senaryolarını göz önünde bulundurup kar/zarar analizini iyi yapmak gerekir. Aynı zamanda potansiyelimizi yüksek olduğu güneş enerjisine yatırım yapmak, hem karbon nötr hedeflerimize ulaşmamızı sağlar hem de enerjide dışa bağımlılığımızı azaltmış olur.