Tasavvuf geleneğinin modern dünyamıza uyarlanması şüphesiz ehlinin işidir. Çağımız bakış açısıyla haddimiz olmayarak, okuduklarımızdan ve dinlediklerimizden bir tarif yapalım. Tasavvuf; dinin özge, farklı bir yaşam şeklidir. Bir dînî hayat vardır bir de dindarâne hayat vardır. Dindar insanların içinde de bir meşrep, tarz, özge bir düşünce ve yaşam biçimi vardır ki o tasavvuftur. Yunus Emre’nin, Mevlana’nın, Hacı Bektaş’ın, Yesevi’nin yaşayışı…
Tasavvuf, iki cihan saadetinin anahtarıdır. Ancak bu tasavvuf, Kutsal Kitabımıza tam tamına bağlı olan gerçek tasavvuftur. Zira tasavvufun çeşitleri çoktur; yerlisi-yabancısı; İslâm öncesi-İslâm sonrası; sahihi-sakatı; şer’îsi-rafızisi; doğrusu-eğrisi; hakîkîsi-sahtesi; tahkîkîsi-taklîdîsi; tatlısı-acısı; sevimlisi-sevimsizi; nurlusu-nursuzu; gelenekseli-moderni; huşulusu-fantazîsi; takvâlısı-lâubalisi; klasiği-folkloriği; tarihîsi-sosyetiği; ihlâslısı-göstermeliği… vardır.
Tasavvufun iştigal sahası, Allah’ı sevme ve O’nun sevgisini kazanmadır. Bu ölçülerle düşünüldüğünde, İslâm tasavvufu İslâm’ın özü ve ruhudur. Menşei, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber ile arkadaşlarının hayat tarzlarıdır.
Tasavvufun birçok tarifinin yapıldığını, her sûfînin kendi kavrayış ve meşrebine göre bir tanımlamaya gittiğini belirttikten sonra, efrâdını câmî ağyârını mânî şu tarif yapılabilir: “Tasavvuf Hâlık’a itaat, mahlûka şefkattir.”
Mahlûka şefkat, Hâlık’a itaatin zorunlu bir sonucudur. Tasavvuf diğerbinliktir, merhamettir, muhabbettir, hizmettir, samimiyet, ihlâs ve hikmettir; kalp temizliği, irfan yüceliği ve amel-i sâlih üreticiliğidir; güzel hâldir; taşa karşı gül, zehire karşı panzehirdir.
Tasavvuf sayesinde insan ahlâkî, sosyal ve estetik olgunluğa ulaşır. Ulvî ideallerle yoğrularak hayatı anlamlı yaşar. Birlik, beraberlik ve sevgi duygusuyla kucaklaşır.
Tasavvuf dünyadan uzak, insanlardan kopuk, münzeviyâne bir yaşantıyı asla kabul etmez. İnsanların içerisinde olup verdikleri sıkıntılara tahammülle onlara hizmet etmek ferdî ibadetlerin erdiriciliğinden çok daha etkilidir.
Tasavvufun, iki kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber ölçülerine uymayan taraflarının her zaman tenkid gördüğünü, reddedildiğini de vurgulamak gerekir.
Bazı mutasavvuflar, tasavvufu Allah’ın rızasına uygun hayat tarzı olarak algıladığını, ille mutasavvıf olacağım diye yola çıkmadığını, yola Allah’ın rızasını kazanmak için çıktığını, o yolun nereye götürürse kendisinin o olduğunu belirtmekte ve bu ana ölçüye göre; “Mutasavvıfsam mutasavvıfım; fakihsem fakihim; kim ne derse desin. Evet, isterse ‘softa’ desinler; bana ne! Ben Allah’ın rızâsının nerede olduğunu anlayabilirsem, sezebilirsem ona uymaya çalışırım. Gerisi vız gelir! Benim çıktığım hedef, vardığım nokta, görüntüm ne? Bilmem, eğer tasavvufsa tasavvuf o işte. Ama tasavvuf öyle değil de, başka bir şey ise, o zaman ben de mutasavvıf değilim. O zaman ben buyum; o değilim. Çünkü bize Allah’ın emrettiği, Kur’ân’a uymaktır. Bize Allah’ın emrettiği, Resûlullah’a uymaktır” demekle tam bir melâmet neş’e ve neşvesine sahip olduğunu göstermektedir.
Melâmet “kınamak” anlamına gelir. Melâmet düşüncesinin iki temel ilkesi vardır. Birisi kişinin ibadetlerini kusurlu ve eksik görüp kendisini kınaması; ikincisi insanların onu eleştirmesinden korkmamasıdır. “…Ve kınayanın kınamasından korkmazlar” âyeti bu ikinci ilkeye işaret eder.
Melamet, bütün büyük mutasavvuflarca benimsenen bir anlayış, neş’e, meşreb hatta mânevî bir makamdır. İslâm âleminde akâid ve hukuk sistemlerinde bir takım mezheplerin zuhur etmesi gibi tasavvufî düşüncede de bazı ekoller ortaya çıkmıştır. Bunlardan biri “Bağdat Tasavvuf Ekolü” diğeri ise “Horasan Melâmet Ekolü”dür. Bütün tasavvufî fikirlerini âyet ve hadisle ölçen ona göre kabul veya reddeden, huzura, mârifete, istikâmete, elinin emeği ile kazanmaya (kesb) önem veren, telakkilerini çok dikkatli cümleler, ölçülü sözler ve ilmî tavırlarla ortaya koyan, imkan nisbetinde Melametiyye’yi; fenayı, mahvı, ön planda tutan, duygu ve düşüncelerini hiçbir kayda tâbî kılmaksızın tam bir düşünce serbestisi içinde ortaya koyanlar da Bâyezid-i Bistâmî’ye nisbetle “Tayfûrî ve Bağdâdî”leri meydana getirmiştir.
Bu anlayış içerisinde kendini bulan ibadet anlayışı ise şöyledir : “Normal olan ibadetler sevabdır. Ama bir insan, ‘Ben ibadet yapıyorum!’ diye kendisine bir emniyet gelirse, bir gurur gelirse, bir böbürlenme gelirse, bir rahatlık ve rehavet gelirse, bir garanti duygusu gelirse, sevab değil günah bile kazanabilir…
Selam olsun yaptığı iyiliklere gururlanmayan, Allah’ın rızası için fayda üreten dostlara…
Muhabbetle…