Genel anlamı “hızlı tüketilen” ve aslında bünyeye “yararlı” değil “zararlı” olarak bilinen “abur cubur” diye tanımladığımız yiyecekler kapsamına giren, “çokoprens” isimli bir nevale vardı bizim çocukluk yıllarımızda…
Kırmızı renkli ve oldukça “janjanlı” bir ambalajın içinde “tek tek” satılırdı…
Dış görünüşü itibarıyla oldukça “albenisi” vardı, muadillerinin arasında en “artist gibi giyinen” ve görünen ürün oydu yani…
Fiyatı da oldukça “ucuz” olduğu için çok tercih edilirdi…
Dedem, ninem gibi rahmetli aile büyüklerim ve kulakları çınlasın babam nam-ı diğer “Kel Ali’den” tırtıkladığım minik harçlıkları hep bu “çokoprens” denilen nevaleye yatırırdım…
Bizim mahallenin bakkalı “Kör Sait’ten” aldığım çokoprensleri, “ucundan azıcık ısırayım” diye sineklenen mahalle çocuklarından kaçırmak için kıyıda köşede mideye indirmeye çalışırken, kulakları çınlasın Sevim Hanım yani anama yakalanır, “bak yine abur cubur yiyor” şeklindeki fırçayla birlikte kafama da terliği yerdim zaman zaman…
Çocukluk yıllarıma “damga vuran” bu çokoprens isimli “abur cubur nevale” şimdilerde de var ama, tek tek satılmıyor sanırım…
Bizim kuşak gibi, “çelik-çomak” oynarken acıktığını hissedip, çokoprense hücum eden nesil kalmadığı için olsa gerek, fazlaca rağbet görmediğinden “onlu paketlere” doldurup, daha da ucuzlatmışlar fiyatını…
Abur cubur nevaleler arasında iyice “ayağa düşmüş” anlayacağınız…
Her neyse, işin bu tarafı benim meselem değil, üretici firma düşünsün…
İşte çocukluk yıllarıma “damga vuran” bu “abur cubur” nevale nedeniyle, ne zaman içinde “prens” geçen bir cümle duysam aklıma hep “çokoprens” gelir…
Alanya’da da yaşadım ve yaşıyorum bu duyguyu…
Dış görünüş itibarıyla oldukça “janjanlı” göründüğü için, “artist gibi” tanımlamasına da “curk diye” oturan Antalya Büyükşehir Belediyesi Alanya Koordinatör Yardımcısı Nurettin Uludağ’, aynı zamanda “Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun prensi” olarak da lanse edildiğinden olsa gerek, ne zaman ismini duysam aklıma hep “çokoprens” gelir…
Alanya’nın tabiri caizse nüfus olarak “en kıytırık” beldelerinden birisinde “sekiz-on oy farkıyla” seçim kazanıp belediye başkanlığı yapan birisi, hangi “önemli” özelliklerinden dolayı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “prensi” olarak lanse edilir bunu tam bilemiyorum doğrusu…
“Kerameti kendinden menkuldür” belki, işin bu tarafı da beni çok fazla ilgilendirmiyor zaten…
Beni, daha doğrusu Alanya’yı ilgilendiren tarafı şu…
Geçtiğimiz hafta içerisinde Konaklı ve Okurcalar bölgesinde yaşanan su sıkıntısıyla ilgili açıklama yapan “Prens Uludağ”, bunun bir “sabotaj” olduğunu öne sürdü…
İyi de sayın prens…
Bundan yaklaşık üç buçuk ay önce, tam da bu köşede “Alanya’nın su depoları Allah’a emanet” başlıklı yazımda aynen şunları yazmışım bak…
Yaptığım küçük bir araştırma sonunda, Alanya’daki su depolarında “ASAT’a bağlanmadan önce” 24 saat nöbetçi personel olduğunu, ama “ASAT’a bağlandıktan sonra” bu nöbetçi personelin sadece gündüz görev yaptıklarını öğrendim…
Bir başka ifadeyle, Alanya’nın su depoları, “gece başında bekleyecek personel olmadığı” için, kelimenin tam anlamıyla “Allah’a emanet” halde…
Gündüz sekiz saatlik süre içerisinde arıza olursa buna “müdahale etme” şansı var, ama gece arıza olursa “yandı gülüm keten helva”…
İşte, Mahmutlar’da yaşanan son su kesintisinin sebebi de buymuş…
O bölgeye su veren depoya “su basan pompa” işgüzarlık yapıp, gece gece arıza vermiş…
Hal böyle olunca, depo da boşalmış, doğal olarak…
Gece gece durduk yerde “arıza çıkaran” su pompasının başında bir “nöbetçi eleman” olsaydı, arızaya anında müdahale edilseydi, ya da ne bileyim, depo boşalmadan gerekli takviye yapılsaydı da Mahmutlar’da yaşayan vatandaşlar susuz kalmasaydı fena mı olurdu yani?...
Evet, aynen bunları yazmışım…
Ve “su gibi hayati önem taşıyan” bir konuda bu kadar “vurdumduymaz” olmak ilerde daha büyük sıkıntıların yaşanmasına yol açabilir, tedbirinizi alın diye de uyarmışım…
Şimdi…
Eğer bu iddialar doğruysa, su gibi hayati öneme sahip bir konuda “sabotaj” yapacak kadar “gözleri dönmüş” olan ahlaksız, şerefsiz, namussuz, hain, insanlıktan nasibini almamış bu sabotajcılar, sadece vanaları kapatmakla kalmayıp, Allah korusun suyun içine “ölümcül ve zararlı” maddeler karıştırsaydı ne olacaktı?..
“Bunu yapanlar bedelini ödeyecekler” diye ”babalanarak”, aynı rahatlık içerisinde geçiştirebilecek miydin olayı…
Bakın tekrar ediyorum…
Konu ne olursa olsun, bu memlekette yaşayan insanları etkileyecek en küçük bir konuyla ilgili de olsa “sabotaj” yapanlar, haindir, alçaktır, şerefsizdir, namussuzdur, insanlıktan nasibini almamış ucubedir…
Bunun asla ve asla “mazereti, bahanesi” olmaz…
Peki, böyle insanlar gerçekten var mı?...
“Janjanlı prensin” iddiasına göre var ve yaptılar…
İyi de o Alanya’ya “hayat veren” su depoları “dingonun ahırımı” da kafası bozulan gidip, elini kolunu sallayarak “sabotaj” yapabiliyor…
Hiç kimse kusura bakmasın ama, eğer varsa bir “sabotaj”, bunun öncelikli müsebbibi, o depolardan sorumlu olan ASAT’tır…
Dolayısıyla da ASAT’tan sorumlu olanlar, yani Antalya Büyükşehir Belediyesi’nin Alanya’daki “paşaları” dır…
Siz elinizin altındaki “üç-beş” su deposuna sahip çıkıp, koruyup, kollayamayacaksınız…
Sonra da çıkıp, “janjanlı” kıyafetlerinizle “artistlik” yapıp, “prens” rolü keseceksiniz…
Hiç olmadı, olmuyor…