ŞİDDET(L)E KARŞIYIZ

Abone Ol
Sevgili okuyucular, bu hafta toplumsal yaralarımızdan olan “şiddet” konusunu ele alacağım. Sokakta yürürken bir kadın veya çocuğun hadi hepsini geçtim bir canlının fiziksel şiddete maruz kaldığını gördünüz, ne yaparsınız? Geçtiğimiz günlerde haberleri izlerken bir görsel dikkatimi çekti. Hatay’da, bir motosiklet sürücüsü, yaya bir kadına hafifçe çarpıyor. Bunun üzerine kadın da doğal olarak tepki gösteriyor. Sonrasında ne mi yaşanıyor? Güya adam! Motorundan iniyor, çarşının ortasında kadına yönelik yumruk tekme Allah ne verdiyse saldırıya geçiyor. O sırada durumu herkes izliyor... Yaşlı bir amca “ne yapıyorsun evladım?” Tarzında olaya yaklaşınca, o da yumruklardan nasibini alıyor. Hatta hınç alınamayıp motosiklet kaskıyla kafasına defalarca vuruluyor. Burada şiddete uğrayan kadın da üstelik hamile… Sonra bu motorlu maganda, güzelce nefretini kusup motoruna binip oradan ayrılıyorken bir Türk askeri geliyor, motordan bir yumrukla indirip yere seriyor eşkıyayı! Sonrasında ise herkes çullanıyor adamın üzerine… Haberin sonunda geçen şu cümleler ise insanı kahrediyor: karakola götürülen adam adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Kadına, çocuğa, köpeğe, kediye, doğaya şiddetle saldırılıyorken bu şiddet sarmalından kurtulmak için caydırıcı uygulamalar ortaya koymak zaruri hale gelmiyor mu sizce de? Yetmez mi? İllallah etmedik mi artık?
Şiddet olaylarının en yaygın olanı ise ne yazık ki aile içi şiddettir. İnsan her şeye dayanabilir, alışabilir ama en yakınlarından gelen bu kötülüğe ne denir ki? Bu tür vakalarda en büyük handikap kadın ölümle tehdit edilse bile herhangi bir caydırıcı yaptırım uygulanmamasıdır. Ta ki kadın cinayete kurban gidene kadar! O zaman da haksız tahrik, namus falan filan gibi bahanelerle bol keseden indirim verilmesi de cabası... Peki, toplum vicdanını derinden yaralayan bu şiddet döngüsünden nasıl kurtulacağız? Öncelikle, koruyucu, önleyici, bilgilendirici çalışmalar yapmalıyız. Bu konuda uzmanların görüşlerine değer vermeliyiz. En önemlisi de şiddetin cezasını kararlılıkla yargı önünde kesmeliyiz. Toplum içerisinde uyumlu bir şekilde yaşamayı bilmeyen insanlara toplum katlanmak zorunda değil! Birlikte yaşamanın bir ahengi vardır ve bu ahengi bozanlar bedelini ödemelidir.
Her hafta konuya uygun bir hikaye paylaşmaya çalışıyorum, bu hususta da “Derviş ve Kabak” hikayesini sizlerle paylaşmak istedim:
Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebi usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak; varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir… Saç, sakal, bıyık, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.
– Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.
Dervişlik bu… Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa baslar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder… “Kabak aşağı, kabak yukarı.” Nihayet tıraş biter. Kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır.
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
– Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..
Adalet her zaman er ya da geç tecelli eder, beşer olarak isteğimiz; beşeri adaletin vicdanları yaralamaması ve gecikmemesi… Her canın bir sahibi var! Unutmamanız, Gücendirmemeniz dileğiyle… Haftaya görüşmek üzere…