Saplantılı aşk

Abone Ol
Modası geçmeyen konu, AŞK! Tanımı kişiden kişiye değişen; kitapların, filmlerin, modanın kısacası yaşamda yer alan her şeyin ilham kaynağı. Farklı türlerini görürüz, okuruz, izleriz belki de yaşarız. Aşkın içinde birçok duygu var, bu derece karmaşık aslında. Kişinin yaşadığı aşkta hangi duygu baskınsa aşkın tanımı da ona göre şekilleniyor. Bu hafta söz konusu olan ise temelinde ihmal, yetersizlik, öfke duygularının yer aldığı saplantılı aşk.
Saplantılı aşıklar, çocukluğunda ihmal edilmiş kişilerdir. İhmal edilen çocuklar, gerçek sevginin ne olduğunu bilmezler. Gelişim öyküsüne bakıldığında uzak, mesafeli, sevgi ve şefkatten uzak anne profili ortaya çıkar. Anneden göremediği sevgiyi hayatı boyunca başka insanlarda/nesnelerde arar. Hayatına giren ilk kadın olan annesi onu sevmemiştir, terk etmiştir duygusal olarak, reddetmiştir şefkat göstermeyi. Bu nedenle saldırgandır, öfkelidir fazlasıyla, yıkıcı davranır sevdiklerine bile.
Anne ile doyum verici bir ilişki kuramamaktan dolayı anneye karşı oluşan öfkeyi; yetişkin yaşamında saplantı düzeyinde aşık olduğu kişi tarafından reddedildikçe, ona aktarır biriken tüm öfkesini. Temelde sevilmeye layık olmayan biri olarak algılarlar kendilerini, dolayısıyla benlik algıları da düşüktür. Reddedildiklerinde ise bu düşünceleri kendilerince kanıtlanmış olur ve karşı tarafın kendisini değersiz gördüğü algısına dönüşmeye başlar. Yetersizlik duygusu ve aşağılık kompleksinin etkisiyle öfke ve saldırganlık kaçınılmaz olur.
Saplantılı aşık, istediğini alamadığında hırçınlaşır, reddedilmeye tahammülü yoktur. Aşık olduğuyla övünür, oysa gerçek sevgiden bihaberdir. Zira sevgi korumayla yakından ilgilidir, zarar vermeyle değil. Sevgiyi bilmez, çünkü öğrenmemiştir. Duygusal ihtiyaçlarının karşılanmadığı bir çocukluk geçirmiştir. Babası başını okşamamış, annesi belki de hiç öpmemiştir.
Saplantı elde etmeye odaklıdır ve elde edemedikçe saplantının şiddeti de artar. ‘’Ya benimsin ya kara toprağın!’’ sözü aslında tam olarak saplantılı aşkı tanımlar. Kişi ölümüne sevdiğini söyler, bununla övünür. Oysa karşı tarafın var oluşuna saygı duyulmayan bir ilişkide sevginin varlığından söz etmek mümkün değildir. Gerçek bir sevgi değil tamamen bencil bir sevgidir. Yalnız O’nu ister, karşı tarafın ne hissettiği umurunda değildir. Ona sahip olabilmek için, ona zarar vermesi gerekiyorsa hiç çekinmeden bunu yapar. Hatta yalnızca o kişiye değil, çevresine de zarar vermeyi gözden çıkarır. Türlü tehditler ve baskılarla ona sahip olmaya çalışır.
O’nun da kendisine aşık olmasını ister, kaderinin onunla evlenmek ve mutlu bir aile kurmak olduğuna inanır. İçten içe çocukluğunda tadamadığı aile hayatının hayalini kurar ve ona ulaşmaya çabalar aslında. Bu açıdan bakınca bu isteği nedeniyle suçlamak doğru değildir, ancak yanlış olan taraf sadece kendi istek ve ihtiyaçları doğrultusunda karşı tarafı zorbalıkla etki altına almaya çalışmak ve karşı tarafın var oluşunu hiçe saymaktır.
Saplantılı aşık, reddedilmenin getirdiği öfkenin etkisiyle sağlıklı düşünme yetisini iyice kaybeder ve neyle sonuçlanacağını ön göremediği girişimlerde bulunur. Gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde zaman zaman okuruz; ayrılmak istediğini söyleyen eşini bıçaklayan veya eski sevgilisi tarafından öldürülen kadınların haberlerini. Kimi zaman korkarak, kimi zaman kızarak, kimi zaman ise hiç umursamayarak! Yalan yok, kötülük hoş görüldüğü sürece varlığını sürdürür. ‘’Kadına şiddete hayır.’’ Diye ortalıkta gezinen bir erkek, beş dakika geçmeden kadınlar üzerinden rahatlıkla küfür ederek öfkesini dışa vurabiliyor. Duyarlılığın niteliği bu derece ayaklar altında olduğu sürece, kadınların yaşadığı mağduriyet ve maruz kaldıkları kötü muamele aynı oranda, muhtemelen de artarak ne yazık ki devam edecektir.
Elbette saplantılı aşk yalnızca erkeklerin değil, kadınların da neredeyse aynı oranda yaşadığı bir duydu durumudur. Kadının saplantısı daha pasif iken, erkeğin saplantısının daha dışa dönük ve yıkıcı etkilere sahip olması nedeniyle yazının teması bunun üzerine kuruludur.
Yalnızca baskı değil aslında, rıza ve ikna yolunu da denemeye çalışır saplantılı aşık. Karşı tarafı ikna edebilmek için çok iyi rol yapar, bir sürü vaatler sunar; hedefine ulaşma amacıyla elinden geleni ardına koymaz.
Kimiyse sessiz ve derinden yaşar aşkını. Saplantılı aşkın bu türünün pek kimseye zararı yoktur aslında, kendinden başka. Zeki Demirkubuz’un Kader filmini izleyenler bilir. Orada da vardır bir saplantılı aşık; Bekir. Gecenin bir yarısı sevdiği kadının peşinden Kars’a gider, ailesini yok sayıp tüm ömrünü onun yoluna adar. Fiziksel olarak baskı ve zorlama yapmadan Uğur’un peşinden sürüklenir gider. Aynı şekilde Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi’nden tanıdığımız Kemal de Füsun’un dokunduğu her eşyayı biriktirir, yıllarca özenle saklar ve günün birinde Masumiyet Müzesi adı altında bunları sergiler.
Gerçek sevgi masumdur, saftır. İçinde öfke, kızgınlık, ihanet, zorlama yoktur. Seven için, sevilen biriciktir, özeldir; kıyamaz sevdiğine. Ne sözleriyle hırpalar ne davranışlarıyla, yalnızca sever, O’nu O olduğu için sever. Bu kadar masum, içten bir sevgi karşısında kimsenin kayıtsız kalması mümkün değildir zaten.
Bu kadar basit aslında; boyutu, şekli, türü ne olursa olsun aşk yıkımlara da yol açar, güzelliklere de!