Lecce ( İtalya ) kentinde şehir ve zeytin ağaçları.. Orijinal değil mi?
Bir önceki yazımda, kentlerde aradığım en önemli iki özelliğin, o kentin dürüstlüğü ve orjinalliği olduğunu ifade ettim ve, daha çok “kentlerin dürüstlüğünü” irdelemiştim. Bu yazımı biraz uzatarak “kentin orjinalliği” üzerinde duracağım.
Ama yine de en sonda söyleyeceğimi en başta sizi yormadan söyleyeyim. “Orijinalliğini koruyan şehirler, marka değerini yükseltiyor”.
Şehrin özgün kimliği, yaratıcı insanları kendine adeta mıknatıs gibi çeker. Çok değerli kümelenme yaratır. Dolayısıyla marka kent olmanın temellerinden birisini teşkil eder. Richard Florida, şehirlerin yaratıcı sınıfı çekme konusunda orijinal yapılarının belirleyici olduğunu ifade eder. Özgün atmosferi, kültürü ve sanatla iç içe geçmiş kimliği olan şehirler, hem iş gücü hem de yenilikçi projeler açısından bir cazibe merkezine dönüşür.
Bu aslında başlı başına Marka Şehir konusunun öğesidir. Yaratıcı sınıfın cazibe merkezi haline getirilmesi. Evet, büyük olasılıkla gelecek yazın konusu bu..
Sevgili eşim, bir “Gipsy Kings” hastası olduğumu bilir. Geçen sene, bana Slovakya’ya gelirken dönüş biletini alma, sana bir sürprizim var dedi ( Bu arada o bir Slovak). Öte-beri nedir diye sıkıştırdım, Gipsy Kings konserine iki bilet aldım, çocuklardan ayrı bir hafta sonu yapalım dedi.
Tamam ama, Huston bir sorun var. Bu adamların, Slovakya’nın ufacık kasabasında ne işi olabilir. Konser alanı, bizim olduğumuz Kösice şehrine, 5 saat tren mesafesi uzaklıkta ve devamı taksi. Bir otelde yer ayırttık. Ama ben hala inanamıyorum. Gerçektende tekrar baktık internette, o tarihte Slovakya’nın o kasabasında konser var. Bu arada, bu kasaba Unesco tarafından kültürleri koruma altında olan roman topluluğunun yaşadığı yer. Mantıklı geldi, Gipsy Kings, Roman kültürü, neden olmasın dedik..
Yaklaşık 3 saat yol aldık, gayet rahat. Tren bir durakta yolcu aldı, biraz durduk ama ben hala, inanamıyorum. Hanım’a: şu konsere bir daha bak durum nedir dedim..
Baktı ve konser iptal...
E, olabilir...
Neredeyiz, “Trencin” kasabasında... Daha önce hiç gitmediğimiz bir yer, otel vardır... Hemen inelim...
İndik.
Çocuklar yokken, hafta sonu kaçmaz, neresi olursa olsun..
İyi ki inmişiz...
Trencin ufak bir şehir. Şehrin sadece eski bölümünde kaldık. Kendine has dokusu olan tam kıvamında, harika bir yere bilmeden gelmişiz. Çok iyi korunmuş, eski kalesi ve şehir merkezi bizi mest etti. Beklemediğim kadar değişik uluslardan turist vardı. Hiç bilmeden harika bir yer keşfetmişiz. Eski yapılar korunmuş ve işler vaziyette.
Enerji var. Ruh var.
Bu arada, sizlere de ilginç gelebilecek, ucu bizlere değen ilginç bir hikaye öğrendik Trencin’de.
Ömer ve Fatma’nın aşk kuyusu.. Kuyu kalede. Gittik gördük.
Osmanlı istilaları döneminde ( biz fetihleri diyoruz ) Orta Avrupa’nın geleneklerinde ve edebiyatında tarihi olaylar çok tasvir edilir. Hikayenin aslı ise bunlara en iyi örneklerden birisi; Batı Slovakya'daki Trenčín Kalesi'ndeki efsanevi "aşk kuyusu"dur.
Trencin Kalesi-Slovakya
Bu kuyunun, 1490'larda Trenčín'i yöneten Macar kontu Stephen Zápolya tarafından esir tutulan sevgilisi Fatıma'yı kurtarmak için Türk Ömer tarafından kazıldığı varsayılmaktadır. Tarihsel ortamına rağmen, bu hikaye ilk olarak 19. yüzyılın başlarında Macar asilzade Alois Freiherrn von Mednyánszky (efsaneyi kendisi yaratmış olabilir) tarafından Almanca olarak yayınlanmıştır. Gezgin John Paget tarafından yalnızca on yıl sonra İngilizce okuyuculara tanıtılan hikaye, Slovak edebiyatına neredeyse aynı anda, kardeşi Karol'un 1844'te hala Çekçe olan "A Monument to Love" adlı şiir uyarlamasını yazması ve ardından arkadaşları Mikuláš Dohnány'nin 1846'da "The Well of Trenčín" adlı şiirsel versiyonunu yazmasıyla, Ľudovíť Štúr tarafından modern Slovak edebi dilinin kodlanmasıyla girmiştir. Hikayedeki olaylar ve karakterler (Zápolya hariç) kurgusal olsa da ve tarihçiler kuyunun asil bir Türk tarafından değil, 16. yüzyılda Avusturyalı askerler tarafından kazıldığı konusunda hemfikir olsa da, bugün hala Trenčín'deki en popüler turistik cazibe merkezi ve Slovak kültüründeki en kalıcı aşk hikayelerinden biri olmaya devam etmektedir.
Günümüzde şehirler çok hızlı değişmektedir. Eğer bu şehirler daha da çok rant yaratıyorsa, kontrol etmek imkansız hale gelir.
Aklınıza neresi geldi tahmin eder gibiyim.
Ancak bir kenti marka haline getirmek, yalnızca fiziksel düzenlemelerle değil, aynı zamanda o kentin kimliğini yansıtan benzersiz özelliklerin korunmasıyla da mümkündür. Bugünün hızla değişen dünyasında kentlerin orijinalliklerini kaybetmeden kendilerini yenilemeleri, ziyaretçilerin ve sakinlerinin gözünde benzersiz bir cazibe yaratmalarına yardımcı olur.
Bize de aynen böyle oldu. Bu tadı Avrupa’nın irili ufaklı bir çok şehrinde hissettim. Haksızlık etmeyelim, ülkemizde de harika korunmuş kentlerimiz var. Bir kentin orijinalliği, onun marka değeriyle doğru orantılıdır ve bu bağlamda şehirlerin tarihi, kültürel dokusu, gelenekleri ve özgün yaşam tarzları marka kent kimliği için hayati unsurlardır.
Aidiyet katar...
Kendini o şehre ait hisseden bireyler, hassas ve duyarlı insanlardır. Kendilerini o şehre karşı sorumlu hissederler. Orijinal kentler bu özelliği sayesinde diğer şehirlerden ayrılır; bu, onun benzersiz karakterini ve otantik atmosferini oluşturan ana faktördür. Bu bağlamda, kentin orijinal kimliğinin korunması, ona ruh katar ve kentin ruhunun yansıması, ziyaretçilerde güçlü bir aidiyet duygusu uyandırır. UNESCO gibi kuruluşların yaptığı çalışmalar, kültürel mirasın korunmasının şehirlerin marka değeri üzerindeki olumlu etkilerini ortaya koymaktadır. Geçmişle bağlantıyı koruyan şehirlerin ziyaretçiler tarafından daha fazla tercih edilmesi, kentin orijinal dokusunun önemini bize kanıtlar.
Urbanistik ve kent planlama alanında tanınan araştırmacılardan Kevin Lynch, "The Image of the City" (1960) adlı çalışmasında, bir kentin yerel kimliğinin, mimari ve tarihi dokusuyla birlikte yaşatılmasının önemini vurgular. Lynch, şehirlerin özgün yapılarını ve yerel kimliklerini korumasının, kent sakinleri ve ziyaretçileri için aidiyet hissini güçlendirdiğini savunur.
Kentlerdeki orijinallik unsurları genellikle tarihi yapılar, geleneksel pazarlar, halk sanatı ve el sanatları gibi maddi ve manevi kültürel miras unsurlarından beslenir. Örneğin, Almanya’nın Heidelberg kentinin kendine has üniversite kültürü veya Fransa’nın Lyon şehrinin gastronomik geleneği, bu kentleri diğerlerinden ayıran güçlü marka unsurları olarak öne çıkmaktadır. Keza Gaziantep şehrimizin gastronomik geleneği ve bunu ortaya koyma yeteneği kenti ülkemizin diğer şehirlerinden ayırmaktadır. Öyle ki, bir şehrin orijinalliği sadece fiziksel yapılarda değil, aynı zamanda kent sakinlerinin yaşantısında, günlük ritüellerde ve o şehre özgü atmosferde de saklıdır.
İtalya’nın Bari şehrinde, sabah erkenden kalktım, spor ayakkabımı ve eşofmanımı giydim. Kenti keşfetmeye çıktım. İtalyanlar, işten önce bir kafeye gidiyor, ayak üstü kahvelerini içip güne öyle devam ediyor. Oradaki kahve kokusunu kelimelerle tarif edemem. Bu bir ritüel ve ayırt edici unsur.
Ekonomik girdi sağlar..
Orjinal kentler, genel olarak sadece turizm anlamında katkı sağlamanın yanında yerel ekonomiyi canlandıran etkendir. Sharon Zukin, "The Cultures of Cities" (1995) adlı eserinde, kentlerin kültürel miras ve sanatsal dokularının ekonomik değerini ele alır. Zukin’e göre, bir kentin kültürel miras unsurlarını koruması, kenti diğer destinasyonlardan farklı kılarak, onu hem ekonomik olarak kalkındırır hem de ziyaretçi çekme potansiyelini artırır.
Kentin orjinalliği ile ilgili değişik kaynaklardan da alıntılar yapıyorum ki; en severek okuduğum iletişim kuramcıların dan Jürgen Habermas ve David Harvey gibi isimler, küreselleşme ve kent kimliği arasındaki ilişkiye odaklanır. Harvey, “The Condition of Postmodernity” (1989) adlı eserinde, kentlerin küreselleşme ile birlikte kimliklerini kaybetme riski altında olduğunu belirtir. Buna göre, yerel değerlerin, kültürün ve mimarinin korunması, kentlerin birbiriyle aynılaşmasını önleyerek, markalaşma sürecine katkıda bulunur. Küreselleşme bir çeşit aynılaşma süreci gibi. Biraz zalimce ama, yerel kahve dükkanlarının kapanıp yerine dünyanın her yerinde servis veren içinde ne olduğunu bilmediğimiz kahve zincirleri gibi.
Dolayısıyla “marka kent” olmak isteyen şehirlerin, globalleşme baskısı altında dahi kendi orijinalliklerinden ödün vermemeleri hayati bir gerekliliktir.
Alanya’da turistlerin en çok şaşırdığı ve hoşlandığı şeylerden birisi, kendilerine elma çayı teklifi. Ufacık çay, onları mutlu ediyor. Aylak aylak tavla oynayanlar bile onlar için farklı. Keza sokak hayvanlarının bakımı ve serbestçe insanlarla dolaşması. Hepsi kültürel birer unsur.
Orijinallik bir kentin marka kimliğinin omurgasını oluşturur. Bu kadar önemli.
Uzun bir yazı ile bilmem anlatabildim mi?
Sadece turizm anlamında değil, gelecek nesillere kültürel mirası aktarma anlamında orjinalliği korumalıyız. Bizler küresel anlamda rekabet etmek için değil, olağan özelliklerimizi koruduğumuz zaman, farklılaşıyoruz ve orijinallik yaratıyoruz. Kentlerin orijinalliğini kaybetmesi ile, yapıların ve yaşam tarzlarının aynılaşması bizi rekabette zayıflatır. Bu turizm anlamında. Diğer taraftan kültürel mirasın korunması marka kent olma yolunda sürdürülebilir bir başarı sağlar. Yani birine benzeyen değil, kendi gibi olan değerler akıllarda iz bırakır. Aynı Trencin ve İtalya örneğinde olduğu gibi.
Orijinallik, bir kenti diğerlerinden ayıran ana unsur olarak marka kimliğini güçlendirir ve unutulmaz bir şehir deneyimi yaratır. Kentin tarihi yapıları, geleneksel pazarları ve sokakları, ziyaretçilere farklı bir deneyim sunarak onları tekrar tekrar şehre çekebilir. Bizim de amaçlarımızdan birisi bu değil mi?
Orijinalliğini koruyan şehirler, yerel halk için güçlü bir aidiyet sunarken şehre gelen ziyaretçilere mükemmel deneyim sunarlar.
Umarım sizleri yaşadığımız kentlere bağlı bireyler olarak biraz olsun düşündürebilmişimdir.
Kaynaklar:
Dr. Yakup Uslu kimdir?
Yakup Uslu,1973 yılında Alanya’da doğdu. 1997 yılında Gazi Üniversitesi, İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümünden mezun oldu.
Ankara’da üniversite radyosunda ve özel radyo istasyonlarında, radyoculuk deneyimi kazandı. Stajını TRT Ankara Müzik Eğlence dairesinde yaptı. Çeşitli TRT televizyonu yapımlarında çalıştı.
Askerliğini, Konya, personel okulundan sonra, Cihanbeyli, Kulu, Yunak, Akşehir Askerlik Şubelerinde, Şube Başkanı olarak yaptı.
Ankara’da yaklaşık 2 yıl bankacılık deneyimi yaşadı. 2000’li yılların başlarında tekrar Alanya’ya dönerek, turistik otel ve tesis işletmeciliği yaptı.
Yakup Uslu, Konya, Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde, imaj ve propaganda konularında çalışarak 2010 yılında,”Yurt dışında turizm amacı ile yapılan reklamların çeşitliliği ve bunun ülke imajına etkisi : İsveç örneği” konulu yüksek lisans programından mezun olmuştur.
Yakup Uslu, Konya, Selçuk Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsünde, “Marka Şehir” üzerine çalışmalarda bulunarak, 2019 yılında, “Marka şehir oluşumunda internet ve sosyal medya etkisi : Alanya örneği” isimli Doktora Programından mezun olmuştur.
Yakup Uslu, Eskişehir, Anadolu Üniversitesi, açık öğretim fakültesinden, 2022 yılında “Emlak Yönetimi” önlisans programından mezun olmuştur.
Yakup Uslu, Erzurum, Cumhuriyet Üniversitesi, açık öğretim fakültesinden, 2022 yılında “Sosyal Medya Yönetimi” önlisans programından mezun olmuştur.
TTPP - Emlak Profesyonelleri derneği kurucu başkanlığı yapmıştır.
Visit Alanya - Alanya tanıtım sayfası kurucusu ve tanıtım gönüllüsüdür.
Yakup Uslu’nun akademik olarak, marka kent, kent estetiği, kültürler arası iletişim, reklamcılık, sosyal medya konularında makale ve bildirileri vardır.
Yakup Uslu halen, Alanya Postası gazetesinde, gezi yazıları, turizm, marka kent, kültürel iletişim ve çevre, kent estetiği konularında yazılar yazmaktadır.
2004 yılında “IDEAL Real Estate Gayrimenkul” firmasını kurdu ve hala bu işle uğraşmaktadır.