Mahallenin “EN taş kalpli ağabeyini” açıklıyorum…

Abone Ol
Bir derviş berbere gider, saçını dibinden kazımasını, sakal ve bıyığını kısaltmasını ister…
Berber koltuğuna oturur oturmaz "vur usturayı berber efendi" der…
Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar…
Derviş de aynada kendini izlemektedir, başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır…
Berber diğer tarafa usturayı vuracakken, “yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın” bir “kabadayı” içeriye girer..
Doğruca dervişin yanına gider ve başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak, "kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım" diye posta koyar…
Derviş, “dervişliğin fıtratında sövene dilsiz, vurana elsiz olmak” gerektiğinden ses çıkarmaz, çaresiz bir şekilde usulca yerinden kalkar…
Bu arada berber de müşterisine mahcup olur, ancak kabadayının pervasızlığından korktuğu için o da sesini çıkaramaz…
Dervişten boşalan koltuğa kabadayı oturur ve berber tıraşa başlar…
Kabadayı tıraş esnasında da boş durmaz, dervişi sürekli aşağılar ve “kabak aşağı, kabak yukarı” diyerek alay eder…
Tıraş biter, kabadayı dükkandan çıkar…
Henüz birkaç metre gitmiştir ki, “geminden boşanmış” at arabası yokuştan aşağı hızla kabadayının üzerine doğru gelir…
Kabadayı “çaresizlik” ve şaşkınlık içinde yol ortasında kalakalır…
Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir, kabadayının karnına batınca olduğu yerde yığılır kalır…
Herkes bir anda olup biten bu olayın hayret ve şaşkınlığı içindedir…
Berber de şok olmuştur, bir manzaraya, bir dervişe bakar ve dervişin “beddua” ettiğini düşünerek sorar…
"Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?"
Derviş, hüzünlü ve düşünceli yanıt verir…
"Vallahi gücenmedim ona, hakkımı da helal etmiştim ama, gelin görün ki kabağın bir de sahibi var, o gücenmiş olmalı”…
Fiziki gücüne ve kaba kuvvetine güvenen “mahallenin kabadayısı”, kendisine karşı bir anlamda “eli-kolu” bağlı olan dervişe yaptığı haksızlığın, dervişi “küçük” görerek alay etmesinin bedelini oldukça “ağır” ödemiş…
Sizi bilmem ama, şahsım adına bu hikayeden çıkardığım sonuç şu oldu…
Gücüne-kuvvetine, parasına-puluna, çevresine, sülalesine, kısaca elinde bulundurduğu herhangi bir “güce dayanarak” insanlara “haksızlık” yapan her kim olursa olsun, er ya da geç yaptığı haksızlığın bedelini bir şekilde öder…
Adına “İlahi adalet” dediğimiz bir olgu vardır çünkü…
Hele hele bu “haksızlıklar” bir de kocaman bir topluluğa karşı yapılıyorsa, o haksızlığı yapanların “vay haline”…
Tıpkı Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’in, “koltuğa oturur oturmaz”, Büyükşehir Yasası’ndan aldığı güçle ilçelere elini uzatıp, “en önemli gelirlerine” el koyarak “haksızlık” yaptığı gibi…
Mahallenin “adalet dağıtan” abisi olmak yerine, elindeki gücü kullanarak, berberdeki dervişin oturduğu koltuğa bile göz dikecek kadar “taş kalpli” olan “mahallenin kabadayısı” olmayı tercih ettiği gibi…
Bakın…
Alanya halkı kendi belediyesini MHP’li Adem Murat Yücel’e emanet etti…
Hemen yanı başımızdaki Manavgat halkı CHP’li Şükrü Sözen’e emanet etti…
Her iki ilçenin halkı da “biz belediye hizmetlerini bu isimlerden almak istiyoruz, bu adamlara güveniyoruz” dedi yani…
Peki, Menderes Türel ne yaptı?...
Her iki ilçenin halkına da “sizin aklınız ermez, oturun oturduğunuz yerde” dedi ve “koordinatör” diye atadığı kendi partililerine yetki vererek, resmen “paralel belediyeler” kurmaya başladı…
Başta sahiller olmak üzere, ilçelerin su, otogar, hal gibi önemli gelirlerine el koydu…
Yetmedi belli-başlı, büyük cadde ve bulvarlarına da el koydu…
Vatandaşın oyuyla ve bileğinin hakkıyla göreve seçilmiş olan belediye başkanlarının “elini-kolunu” bağlayıp “küçük düşürmeye, zavallı konumuna indirmeye” ya da ne bileyim, hikayedeki kabadayının dervişle “kabak aşağı kabak yukarı” diye alay ettiği gibi alay ederek, “itibarsızlaştırmaya” çalıştı…
Allah aşkına, İlahi adalet adına “elinizi vicdanınıza koyun” ve düşünün…
Misal, Alanya’daki bir caddenin sorumluluğunu Antalya’ya bağlamak, gelirlerine el koymak “haksızlık” değil de nedir?...
Bu memleketin belediyesi varken, “seçilmiş” belediye başkanları varken, güya “yapacağız” dediğiniz hizmetleri taaa Antalya’dan dolaştırıp getirmek nasıl bir anlayıştır?...
Hangi mantık, hangi vicdan, hangi akıl kabul edebilir bunları…
Velhasıl, Alanya’nın “gerçek sahibi” ne Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’dir, ne de Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel’dir…
Bu memleketin asıl sahibi, Alanya’da yaşayan, Alanya’ya can veren halkıdır…
Ve Alanya’ya yapılan bu “haksızlıklar” Alanya’nın “gerçek sahiplerinin” gücüne gidiyor…
Bir de “İlahi adalet” var ki, o başka mevzu…
İşte bu nedenlerden dolayı, Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel’i, “2014 yılının mahalledeki EN taş kalpli, EN haksızlık yapan ağabeyi” olarak ilan ediyorum…