Keskin sirke küpüne zarar verirmiş…

Abone Ol

Sevgili okurlar, bu hafta “öfke” konusunu ele alacağız. Öncelikle yazımıza öfkenin kelime anlamı ile başlamak istiyorum. Türk Dil Kurumu öfkeyi; ’ Engelleme, incinme veya gözdağı karşısında gösterilen saldırganlık tepkisi, kızgınlık, hışım, hiddet, gazap’ olarak tanımlıyor. Yazımızın en başında belirtmek isterim ki; öfkelenmek gayet doğal bir davranış, insanın kendisini öfkelenmemeliyim diyerek baskılaması daha büyük sorunlara yol açabilir. Önemli olan öfkeyi yok etmek değil, kontrol edebilmek aslında. İşin püf noktası burası.
Öfkelendiğimizde şiddete başvurursak ya da kırıp dökersek, bu öfkeye sebep olan kişiler, temelde bize ne hissettirdiklerini asla bilemezler. Aslında öfke duyan kişinin 3 hedefi vardır; bulunduğu durumdan rahatsız olduğunu karşısındakine bildirmek, incindiğini ve kalbinin kırıldığını muhataplarına anlatmak ve öz benliğine saygı duyulmasını çevresinden talep etmek. Öfke kontörlü dediğimiz şey de aslında, ilk andaki sinirle hareket etmekten kaçınıp, daha akılcı çözümler üretme yöntemlerine ulaşmaktan ibaret. Atalarımızın da dediği gibi ‘ öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır.’
Bu bilinçle öncelikle öfkemizin tavan yaptığı durumlarda ani reflekslerden kaçınmalıyız. Bu hiçbir şey yapmayacağımız anlamına da gelmiyor tabi ki, ama o anda ilk aklımıza gelen şey, genellikle pek de mantıklı olmaz. Eğer ani bir öfke nöbeti yaşıyorsanız ve kan beyninize sıçradıysa kısa bir süreliğine de olsa kendinize vakit ayırın ve diyaframınızdan derin bir nefes alın. Kendinize “rahatla”, “sinirlenecek bir şey yok”, “sakinleş” gibi rahatlatıcı telkinlerde bulunabilirsiniz. Öfkeyi dışa vurmak, her ne kadar içimize atmaktan daha sağlıklı olsa da, bunu doğru bir şekilde yapmak önemlidir. Yaşadığınız öfke patlamasının ilk etkileri geçtikten ve biraz sakinleştikten sonra kendinizi sakince ve olabildiğince açık bir şekilde karşınızdaki kişiye ifade etmeye çalışabilirsiniz. Spor, yürüyüş gibi fiziksel aktiviteler kendimizi daha mutlu ve rahat hissetmemizi sağlayan serotonin hormonu salgısını artırdığı gibi öfkelenmemize yol açan stres ve gerginliğin azaltılmasına da yardımcı olabilir. Öfkenizin tırmanmaya başladığını hissettiğiniz anlarda, açık havada yapacağınız kısa bir yürüyüş, ya da sevdiğiniz farklı bir fiziksel aktiviteyle ilgilenmek, üzerinizdeki gerginliği atmada yardımcı olacaktır. Gün içinde stres seviyenizin yükselmesine ve öfkelenmenize neden olan belirli olaylar varsa, böyle anlarda kendinize kısa bir mola verebilirsiniz. Birkaç dakikalık sessizlik, hem kendi düşüncelerinizi daha iyi anlamanıza, hem de sinirlenmenize neden olan olayları daha rahat atlatmanıza yardımcı olur. Öfke kontrolünü öğrenmek bu konuda sorun yaşayan herkes için başlı başına bir mücadeledir. Eğer tüm çabalarınıza rağmen öfkeniz sonradan pişman olacağınız ya da çevrenizdeki kişilerin kırılmasına yol açan davranışlara neden oluyorsa bu konuda uzman bir psikolog ile görüşmenizin zamanı gelmiş demektir.
Güzel bir hikaye ile yazımızı toparlayalım;
Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp “insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?” diye sormuş. Öğrencilerden biri “çünkü sükûnetimizi kaybederiz” deyince, Ermiş: “ama öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye bağırırız?” diye tekrar sormuş. Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: “İki insan birbirine öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek için o kadar çok bağırmaları gerekir.”
“Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir.”
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: “Bu nedenle tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin. Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu bulamayabilirsiniz.”
Herkese sakin, mutlu ve huzurlu bir hafta sonu dilerim. Haftaya görüşmek üzere...