'Anadolu çoğrafyası ve Antalya' başlıklı Hürriyet Gazetesi'nde yayınlanan köşesinde Prof Dr. İlber Ortaylı şu ifadeleri kullandı:
"Bereketli Antalya hem tarımı, hem iklimi, hem de hiç şüphesiz ki tarihî mirası itibarıyla dünyanın mümtaz bir parçasıdır. Ukrayna - Rusya Savaşı sonrası 200 bin tane ne idüğü belirsiz Rus ve Ukraynalı, şehri istila etti. Kiralar arttı, daha doğrusu arttırıldı. Belek bölgesi, zaten karışık bir mimariyle örtülmüş vaziyetteydi. Şimdi batı bölgesinde de garip manzaralar görülüyor. Tarımsal alanlarda, arazi sahipleri olarak Batı Avrupalılar var, örneğin İngilizler; aldıkları gibi satıyorlar. Sorunların artık ciddi olarak ele alınması lazım. Çok çabuk heba edilebilir bir zenginlik. Geleceği harcama hakkımız yok.
“ANADOLU coğrafyası çok zengin.” Evet, bereketli, ama Amerika gibi bir kıtayla hatta Arjantin gibi ülkelerle mukayese edilemez. Arjantin’in yönetimindeki hatalar, 1950’lerin başında bile geleceğin zengini diye bakılan bir ülkenin ne hâle gelmesine sebep oldu, gördük. 1930’larda çok daha aydın bir istikbali var gibi görünüyordu.
Nüfusumuz arttı, bundan sonra artacağa benzemiyor. Ciddi bir demografi enstitümüz (Hacettepe Üniversitesi’nin nüfus etütleri çevresi ve oradan yetişenler) ilginç figürler verdiler. Fakat bu asrın içinde Türkiye hâlâ genç nüfuslu bir ülke sayılacak. Bir müsbet tarafımız daha; Orta Asyada nüfus potansiyelimiz var. Canımız İslam milletlerini sevmek istiyor, Arapları kardeş görüyoruz gibi kuruntulardan çıkıp, göç politikası doğru dürüst idare edilirse, Kırgızistan, Afganistan’ın belirli bölgeleri Çin işgalindeki Türkistan gibi becerikli, hayvancılık yapan ve tarımcı eğitimi de hiç fena olmayan bir nüfus burayı besler. Bu bizim şansımız.
KÖYLÜLERİMİZE ÇİFTÇİLİĞİ SEVDİREMEDİK
Amerika zenginliğinden, İsrail ise son savaşa kadar kavmi özelliğinden dolayı dışarıdan ilmi nüfus çekiyordu. Kısacası, “Türkiye göçmen ülkesi değildir” demek doğru, ama “Türkiye’ye hiç göçmen almayız” demek yanlış. Köylülerimize çiftçiliği sevdiremedik. Çiftçiler ile son alıcı arasında köprü bir türlü kurulamadı. Maliyet artışları ve düşük fiyatlar nedeniyle ülke genelinde memnuniyetsizlik hâkim. Türk köy aile yapısı, maalesef işletmeye müsait değil. Bu konuda eğitim lazım. Aile ve miras hukukunda bazı düzenlemelere girilmesi lazım, fakat bunu da Medeni Kanun çıkarılması sırasındaki bir curcunaya çevirmeden ciddi bir heyetle işe başlamak gerekiyor. Böyle bir heyeti oluşturacak irade Tanzimat döneminde, Cevdet ve Âli paşalar gibileri sayesinde mümkün oldu. Sadrazamla hukukçu kafa kafaya verebildiler ve bir uyuşma noktası buldular. Bugün için böyle bir uzlaşma kabiliyetine sahip kadrolar görmüyorum.
Sözün kısası, facia kapılarda. Bereketli Antalya hem tarımı, hem iklimi, hem de hiç şüphesiz ki tarihî mirası itibarıyla dünyanın mümtaz bir parçasıdır, yani klasik Pamfilya bugünkü Antalya’nın batısından Alanya’ya kadar olan kesim. Elmalı, Korkuteli ve kıyıya doğru inen bölge korkunç bir tehdit altında. Antalya bölgesinde, Rusya’dan ve Ukrayna’dan gelen gelin kızların, Türk - Slav karışık evliliğinden doğan tatlı bebeleri, şehre 30 bin kişilik bir nüfus güzel bir Rusya kültürel hava da getirmişti.
BU KADAR SERBEST ARAZİ ALIM SATIMI YAPILMAMALI
Ukrayna - Rusya Savaşı’nda dikkatle tarafsız kalmamıza rağmen savaş nüfus cürufunu bize akıttı. 200 bin tane ne idüğü belirsiz Rus ve Ukraynalı, şehri istila etti. Kiralar arttı, daha doğrusu arttırıldı. Zaten iç göç dolayısıyla karışık bir yapısı olan şehirde, edepsiz ev sahiplerinin eski kiracıyı cebren kovaladığını gördük. 10 sene evvelki vilayet idaresi, bu konuda kendisine verilen yetkileri bile kullanmadı. Hiç değilse şehrin bazı bölgelerini bu kaçakların istilasına kapatması lazımdı. Göz önünde, emlak fiyatları arttı ve mesela Konyaaltı’nda ev satan komisyoncu ve alıcıyla bu sığınmacılar bölgeyi istila etti. Belek bölgesi, zaten karışık bir mimariyle örtülmüş vaziyetteydi, lüzumsuz Golf sahaları Fıstık Çamı bölgesini tahrip etti. Şimdi batı bölgesinde de garip manzaralar görülüyor. Tarımsal alanlarda, arazi sahipleri olarak Batı Avrupalılar var, örneğin İngilizler; aldıkları gibi satıyorlar da. Bütün Türkiye, bu tip ikinci sınıf spekülatörlerin alanı oldu. Antalya ve İstanbul bunların başında geliyor. Sorunların artık ciddi olarak ele alınması lazım. Çünkü bir ilkeyi unutmayın: Ve bu başlığın sadece Hürriyet Gazetesi’nin ön kapağında yer alması gerekmez: “Türkiye Türklerindir.” Biz arazi spekülasyonu yapacak bir memleket değiliz; bu kadar serbest arazi alım satımına da hiçbir şekilde girmeye gerek yok. Bazı Avrupa Birliği ülkeleri bile bu konuda çok ihtiyatlı ve önleyici davranıyorlar.
ŞEHİRDE TİYATRO - SENFONİ ORKESTRASI SALONU YOK
Bu tatsızlıktan sonra güzel şeylerden de bahsedelim: Bu yılki kitap fuarının açılışı yine hoştu. Antalya’nın valisi Hulusi Şahin, başarılı bir idareci. Belediyeyle uyumlu bir çalışması var. Üniversite şehri ne de olsa, insanlar okuyor. Ama bu okuyan gençliğe vereceğimiz devamlı bir tiyatro, opera, senfoni orkestrası salonu yok. Bu konuda Antalya, 2.5 milyonluk nüfusuna rağmen Eskişehir’in çok çok gerisinde.
Demre kazıları Prof. Dr. Nevzat Çevik başkanlığında yapılıyor. İnanılmaz buluntular var. Bilhassa Fenike’nin Akdeniz dünyasına getirdiği cam ürünleri imalatı konusunda, bugüne kadar fragman (parça) hâlindeki örneklerden başka bir örneği olmayan cam döşeme ve süsleme örnekleri çıktı. Demre’nin harabesi sayılan Myra’da, hem hamamda hem antik imalathanelerdeki kalıntılarda yeni buluşlar var. Hepimizin bildiği gibi “murs” denen balığın kemiklerinden yığın bulundu. Belli ki Demre, kumaş üretimi ve dokumacılık yanında daha çok renklendirme, özellikle antik dünyanın mücevheri sayılacak erguvan (purpur) renkli kumaşların üretiminde önde gelen bir yerdi.
Dağları ve ovasıyla bereket dolu şehirde, yani Demre’de, akıllı bir otelcilik mimarisi gelişiyor. Deniz kıyısındaki pansiyon oteller ve bungalov otellerden Çıralı’daki D’Mare ve Karaöz’deki Kilidonia bunun örneklerindendir. Bu numune yayılıyor. Orman yangınlarının artık bir tabiat tesadüfü olmadığı çok açık. Bu konuda son derece amansız davranmak gerekiyor. Yangın filomuzun mükemmelliği, halkın laubaliliğini ve idarenin toleranslı davranışını önleyemez. Böyle bir kundakçı mekanizmanın Avrupa ülkelerinde kim bilir nasıl cezalandırılacağını düşünmek lazım. Toprağı karış karış elde etmek için yakıyorlar; bunu Çıralı’da gördüm.
BİLİNÇLİ VE ZENGİN TURİST POLİTİKASINA GEÇİLMELİ
Denizleriyle, tabiatıyla güzel olan bir memleket; ama o güzelliği saçma bir turizm politikası uğruna da harcayamayız. Bu dünyada herkes her yeri görmek zorunda değil. Turistik geziler ve ziyaretler bir Hac farizası değil; herkes her yeri görmeden de yaşayabilir. “Turist sayımız 30 milyon oldu, 40 milyon oldu, 50 milyon oluyor” diye bağırmak gülünç bir zafer nişanesi... Turizm gelirimiz; 40 milyar, 50 milyar, 60 milyar, 70 milyar oldu demek daha az zengin turistle bir marifet olur. Maalesef kıta Avrupa’sı da bu konuda çok yanlışlar yaptı. Amerika daha az turistle daha çok para kazanıyor. Biz de bu politikaya bir an evvel dönmeliyiz: Çok turist değil, bilinçli ve zengin turist.
Unutmayın ki kıyılarımızın boyu, kendi nüfusumuzun tatil ihtiyacını karşılamaya yetmiyor. Bunu 1983’ten beri, yani Turgut Özal’a takdim edilen Mukadder Sezgin raporundan beri biliyoruz. Kimse bilmek ve hatırlamak istemiyor.
Küçük Asya Türk milletine tarihin ve ataların bir emaneti. Çok çabuk heba edilebilir bir zenginlik. Geleceği harcama hakkımız yok." -Haber Merkezi