Huzursuzluk…

Abone Ol
Sevgili okuyucular, bu haftaki konumuz; Ne olmak istiyoruz? Kim olmak istiyoruz? İşte bu soruların cevabını bulamadığımızda beliren şeye; Huzursuzluk diyoruz. Bu başlık altında, hayatın her alanı için geçerli olacak noktaların altını çizecek olsak da, konuyu, hepimizin ortak fikirlerde buluşacağı ‘iş yaşantımız’ başlığı özelinde ele almak uygun olacaktır. Hepimiz belirli bir alanda çalışıyoruz ya da çalışacağız… Bu alanların herhangi birinde başarılı olmak istiyoruz. Herkes o işin en tepesindeki kişi olmak istiyor. Zirvedeki yalnızlığı yaşamak istiyor. Bir yazar en iyisi olmak istiyor. Bir futbolcu Ronaldo ya da Messi olmak istiyor. Bir yazılımcı Bill Gates olmak istiyor. Bir girişimci Steve Jobs ve bir ressam Leonardo Da Vinci olmak istiyor. Buraya kadar her şey normal… Gelelim asıl konuya! “Bir şey olmak isterken başka bir şeye gözün kayması” durumu… Dikkatli baktığımızda çoğu insanın bu çıkmaz içerisinde çabaladığını görebiliriz. İşte bu noktada ortaya çıkan, kendi uydurduğum bir sendromu sizlere tanıtmak istiyorum; “her şeyden biraz olmak isteyip, hiçbir şeyden tam olamama sendromu”
Mükellef görünen bir sofraya oturuyorsunuz ve ziyadesiyle açsınız, fakat çorbanın salçası, pilavın yağı, yoğurtun kıvamı, etin lezzeti, tatlının şerbeti eksik. İşte bu sendrom da, insanı hayat sofrasında aç bırakacak türden bir beladır. Sendroma yakalanan kişi ne yapmayı sevdiğinden çok, neyi yaparsa daha kudretli olacağını hesaplar. Bir toprağa tohum eker, başka fidanları sular, daha başka ağaçların meyvesini yemeye çalışır. Sendromun etkileri ağırdır. İnsanı, ailesini, çevresindekileri yıpratır. Ortaya çıkan hâl ise tam anlamıyla “huzursuzluk” halidir. Ne yazık ki bu hastalığa yakalananların uzun süreli ve pahalı bir tedavi süreci vardır. Tedavinin adı “tecrübe” ücreti ise “zaman” dır. Bu sendroma karşı bağışıklığı bulunanlar; Huzurlu insanlardır. Onların marifeti ise, sonda göreceğini başta görebilme yeteneğine ve kararlılığına sahip olmalarından gelir.
Konu ile ilgili Mermer Yontucusunun hikâyesini de yeri gelmişken sizlerle paylaşmak istiyorum;
Bir zamanlar dağda, kızgın güneşin altında, mermer taşlarını yontmaktan bezmiş bir mermer yontucusu varmış. “Bu hayattan bıktım artık. Yontmak!.. Devamlı mermer yontmak…Öldüm artık!.. Üstelik bir de bu güneş, hep bu yakıcı güneş! AH! Onun yerinde olmayı ne kadar çok isterdim, orada yükseklerde her şeye hâkim olacaktım, ışınlarımla etrafı aydınlatacaktım.” diye söylenip dururmuş… Bir mucize eseri olarak dileği kabul olmuş ve yontucu o an güneş oluvermiş. Dileği kabul edildiği için çok mutlu olmuş. Fakat tam ışınlarını etrafa yaymaya hazırlandığı sırada ışınlarının bulutlar tarafından engellendiğini fark etmiş. Bu sefer de “Basit bulutlar benim ışınlarımı kesecek kadar kuvvetli olduklarına göre benim güneş olmam neye yarar!” diye isyan etmiş. “Mademki bulutlar güneşten daha kudretli, bulut olmayı tercih ederim.” Diye haykırmış. O zaman da hemen bulut oluvermiş. Dünyanın üzerinde uçuşmaya başlamış, oradan oraya savrulup yağmur yağdırmış, fakat birdenbire rüzgâr çıkmış ve bulutları dağıtmış… “Ah, rüzgâr geldi ve beni dağıttı, demek ki en kuvvetlisi o, öyleyse ben rüzgâr olmak istiyorum.” diye atılmış bu sefer de… Ve Dünya’nın üzerinde esmiş savurmuş, fırtınalar, tayfunlar meydana getirmiş. Sonra birdenbire kocaman bir duvarın ona mani olduğunu görmüş. Çok yüksek ve çok sağlam bir duvar demiş içinden. Bu olsa olsa bir dağdır… ”Bu kudretli dağın kudreti beni durdurmaya yettiğine göre benim rüzgâr olmam neye yarar.” demiş. O zaman dağ olayım diye inletmiş ortalığı. Ve o anda bir şeyin ona durmadan vurduğunu, kalbini oyduğunu hissetmiş. Kendinden daha güçlü olan, durdurmaya gücünün yetmediği şey, onu içinden oyan bir mermer yontucusuymuş…
Haftaya görüşmek üzere…