Girdiği bir savaşta “düşmandan yana” tavır alan bu “hain” Brütüs’ü önce bir kulübeye hapsetmiş, sonra da Brütüs’ün arka arkaya yazdığı “yalakalık” mektuplarından etkilenerek tutmuş affetmiş…
Brütüs’ün “dostluk maskesine” o kadar çok inanmış ki bizim “saf Sezar”, üstüne üstlük bir de “üst düzey” yöneticilik vermiş…
Ve gün geçtikçe “güçlenip, palazlanan” Sezar, en başta yaptığı bu “safiyane hatanın” bedelini de oldukça ağır ödemiş…
İnsan hayatındaki “dostluk” kavramı, içinde “ihanet” olmadığı sürece, bir başka deyişle “dostum” dediğiniz insanlar “Brütüs” çıkmadığı sürece hem çok önemli, hem de çok güzeldir elbette…
Her mevzuda söylenmiş bir lafı olan elleri öpülesice atalarımız, “her dost görüneni gerçek dostun sanma” diyerek gelecek nesilleri uyarmaktan da geri kalmamışlar zaten…
Adım gibi eminim ki, tam bu noktada “ohooo birader, ben de ne dost kazıkları yedim, yazmaya kalksam roman olur” diyenlerinizi de duyar gibiyim…
Ama hayat böyledir işte, yapacak bir şey bulamazsınız…
“Dost” sandığınız insanlardan “yediğiniz” kazık yanınıza kar kalır…
Zaman zaman aklınıza geldikçe de “boğazınız düğümlenir” en fazla da gözlerinizden iki damla yaş süzülür belki…
Yediğiniz o “dost kazığını” hayatınız boyunca unutamazsınız çünkü…
Buraya kadar anlattıklarım “dostluk” kavramının “kötü” yüzüydü…
Bu mevzuyu uzatıp, “dost kazığı” yemekten bir tek kulaklarının arkası kalmış olan okuyucularımızın canını daha fazla sıkmadan, olayın “güzel” tarafına geçelim…
Bardağın “dolu olan” tarafına bakalım yani…
“Gönül dostluğu” diyelim misal…
Ve mevzuyu da “Alanya Gönül Dostları Türk Sanat Müziği Korosu’na” getirelim…
Bilenler bilir, içimden geçenleri, düşüncelerimi hiç “kıvırmadan” direkt söylerim…
Adını daha önceleri de duyduğum bu Alanya Gönül Dostları Türk Sanat Müziği Korosu’nu, kendi hallerinde, kendi aralarında üç-beş şarkı çalıp söyleyen ve hoşça vakit geçirmeye çalışan “küçük bir topluluk” olarak düşünmüştüm hep…
İşte açık ve net bir şekilde ve tüm samimiyetimle kendilerinden “özür diliyorum”...
İsminde “Gönül Dostluğu” kavramı bulunan bu topluluk, düşündüğüm gibi hiç de “küçük” bir topluluk değilmiş…
Bu koroda yer alanların o kadar kocaman “yürekleri” var ve bu yürekler o kadar kocaman bir “sevgiyle” dolu ki, “anlatmak için kelime bulamıyorum” desem abartmamış olurum inanın…
Alanya’nın tanınan, sevilen ve en “sosyal insanlarından” birisi olan Hatice Hülya Eryılmaz hanımefendi sayesinde her geçen gün biraz daha yakından tanıma şansına eriştiğim bu topluluk gerçekten “gönül alma” adına harika işlere imza atıyor…
Tam da “gönül dostları” gibi davranarak gönülleri fethediyorlar…
Hem de 7’sinden 70’ine kadar herkesin, her kesimin…
Bunlardan birisine dün bizzat tanık oldum…
Alanya Gönül Dostları Türk Sanat Müziği Korosu, verdikleri bir konserden elde ettikleri gelirle Mahmutlar’daki Halil Ülker İlköğretim Okulu’nda hazırlanan özel sınıfa donanım katkısı yaptı…
Üstüne üstlük bir de tüm öğrencilere müzik ziyafeti verdi…
Bakın, “ne var bunda kardeşim” diye küçümseyerek, geçiştirmeyin bu olayı…
İşin “maddi boyutu” belki çok büyük olmayabilir ama, bu gerçekten “asil” davranışa hiçbir şekilde paha biçilemez…
Okul Müdürü Veysi Aparı’dan tutun, öğretmenlerine, hademesine ve öğrencilerine kadar her birinde o kadar büyük bir “coşku ve sevinç” vardı ki dün, bunları yaşasaydınız ne demek istediğimi daha iyi anlardınız…
Eğitime yapılan “en küçük” katkı bile benim gözümde “dev bir yatırımdır”…
Bunun en iyi bilenlerden birisi de Alanya Belediye Başkanı Adem Murat Yücel zaten…
Dün, yukarıda anlatmaya çalıştığım o “şatafatı olmayan minik” açılışa gelerek, eğitim konusunda ne kadar “duyarlı” olduğunu bir kere daha gösterdi…
Uzun lafın kısası, başta Hatice Hülya Eryılmaz hanımefendi olmak üzere, Alanya Gönül Dostları Türk Sanat Müziği Korosu’nu, eğitime katkı anlamında gösterdiği bu duyarlılık nedeniyle yürekten kutluyorum…
Bu “küçük” gibi görünen ama özünde “büyük ve anlamlı” etkinlik, diğer sivil toplum kuruluşları içinde güzel bir örnek olur umarım…
“Şarkı söyleme” konusunda “birazcık” yeteneğim olsa bir saniye bile düşünmeden “ben de koroya katılmak istiyorum” diye uzun bir dilekçe yazacağım ama mümkünatı yok olmaz…
Yüce Rabbim şahsımı bu dünyaya bahşederken bolca akıl-fikir, yetenek, yakışıklılık, üstün karizma, yandan Kadir bakışı, çift nohutlu bekçi düdüğü öttürme, çokoprens yiyebilme, aslan sütü içebilme gibi saymakla bitiremeyeceğim pek çok “önemli” özellik vermiş, bunun farkındayım…
Ama bir “para kazanmayı bilmek” yeteneği, bir de “şarkı-türkü söyleyecek ses” vermemiş…
Yapacak bir şey yok…
Beni seven de böyle sevecek artık…
Yeter ki “dost” gibi görünüp, “kazık atmaya” kalkışanlar olmasın…