Doğruyu söylemek gerekirse 2007 yılından itibaren başlayıp 15 Temmuz 2016’ya kadar devam eden süreçteki AK Partililerinin davranışlarıyla bugünkü davranışları arasında çok fark olduğunu gözlemlemekteyim. Burnu bir karış havada işçiye, çiftçiye, muhalefete, basına, dünyaya ayar veren Erdoğan’ın incitici kaba tavrı, bakanlara, milletvekillerine, il ve ilçe başkanlarına hatta partililere hatta ve hatta yandaş gazetecilere bile yansımıştı. Tam bir güç zehirlenmesiydi. Partili olmayanla aşağılayıcı bir üslupla konuşmak pek bir modaydı.
15 Temmuz 2016 darbe girişimin ardından iktidar partisi liderleri ve mensuplarında gözle görülür bir üslup yumuşaması gözlerden kaçmıyor. Bu tavır normalleşmesini çok önemsiyorum. Ancak üzülerek görüyorum ki bu defa üslup sertleşmesi hastalığı muhalefete sirayet etmiş durumda. İktidarı ayrıştırıcı bir dil kullanmakla suçlayan bir kesim muhalefet ‘ya benimsin ya kara toprağın’ tarzında gri tonu bulunmayan bir yol tutmaya başladı. ‘Çözüm mözüm yok’ diyerek teröristleri hendeklere gömmeye başlayınca iktidar, ben ve benim gibiler ‘hah tamam iste bu olmalıydı’ şeklinde bir tutum takındık. Şimdi bize şu soruluyor ‘çözüm süreci ile Habur görüntüleri veren Dolmabahçe resimleri çektirenlerle birlik mi oluyorsunuz ?’ Hayır biz yerimizde duruyorduk iktidar nihayet doğru olanı yapmıştır diyoruz. Velhasıl iktidarı ve muhalefeti ile ayrıştırıcı dil kullanmayı derhal terk etmeliyiz. Bir diğer muhalefet grubu ise kendi içindeki muhalefete şiddet uyguluyor.
İktidar partisi ve MHP anayasa değişiklik taslağı üzerinde anlaştılar ve teklifi meclise sundular. Şimdi içimdeki endişeleri sizlerle paylaşmak isterim. Birincisi ülkemiz ve çevresi yangın yerine dönmüşken, milletin beli bükülmüşken bunun sırası mıydı? Sistem değişikliği için berbat bir zamanlama.
Cumhurbaşkanına meclisi fesih yetkisi veriliyor. Milletin oyu ile seçilen meclisi bir kalemde feshedebilecek başkan. Akşam milli irade ile yatıp, sabah milli irade ile kalkan iktidar partisine yakışıyor mu bu teklif ? Sultan 5. Mehmed Reşad döneminde bile meclisin feshi, ayan meclisinin onayı şartına bağlanmıştır. Meşrutiyette bile olmayan yetki demokrasilerde nasıl olacaktır ?
Cumhurbaşkanına Kanun Hükmünde Kararname verme yetkisi veriliyor. Tek adam kanun çıkarabilecek yani. Bunun adı kararname değil FERMAN olur. HSYK Üyelerinin yarısını cumhurbaşkanı belirleyecek, yarısını da meclis. Yüksek yargı tamamıyla yürütmenin kontrolüne geçeceği için kuvvetler ayrılığı prensibi her yönüyle yerle bir oluyor.
Cumhurbaşkanına olağanüstü hal ilan etme yetkisi veriliyor. Cumhurbaşkanı ve bakanlar üzerinde meclisin denetim yetkisi yoka yakın hale getiriliyor. Soruşturma için salt çoğunluğun imzası, soruşturmanın açılması için 3/5 çoğunluk gerekiyor.
Her şeyi Tayyip Erdoğan’a göre dizayn etmeye çalışan bu akla şunu sormak gerekiyor: Yarın sizin partinizin veya bir başka partinin içinde kendini gizlemiş, gerçek niyetini yıllarca saklamış bir kripto aday (Daha önce yaşanmadı mı?) çıkıp cumhurbaşkanı seçilemez mi ? Seçilince de elindeki yetkileri kullanarak devletin tüm yapısını değiştiremez mi ?Ülkeyi kırk parçaya bölemez mi ?Bir kakara kikiri anayasa değiştiriyoruz. Belki devletin köküne dinamit yerleştiriyoruz. Bu kaygılarımın tesellisi yoktur. O yüzden açık ve net söylüyorum Anayasa değişikliğine oyum hayır olacaktır.